YAŞAMSAL GERÇEKLİK


Sigfried Krakauer ve Andre Bazin'in sinemanın özü olan film kurgusu hakkındaki eleştirileri takılıyor gözüme.  Yaşamsal gerçekliği bozduğu düşüncesindeler.

Düşünüyorum…

Yaşamsal gerçekliği sağlayan şey nedir? İnsan gözünün görebileceği açılardan mı çekmeli bir görüntüyü, yoksa hiçbir kandırmacası olmamalı mı yönetmenin? Ama bu imkansız, diyorum. Sonra aklıma geliyor…

Yaşamsal gerçekliği sağlayan şey, kişinin doğumundan itibaren kendisinde var olan enformasyonlardır! VEBB piramidi geliyor aklıma, Veri, Enformasyon, Bilgelik, ve Bilgi. Doğada bulunan en küçük oluşuma veri diyoruz, a, b, c, d… Enformasyon ise verilerin vücut bulmuş hali! Ali, Mehmet, Masa, Sandalye… bizi biz yapan her şeyin adı enformasyon diye geçiyor sözlüklerde. Yaşanılan coğrafyadan, dilden, kültürden kaynaklanan her türlü zerre.

Demek ki bana çağrışım yapan her şey yaşamsal gerçeklikmiş. Peki ama Bazin neden bunu eleştiriyordu? Charlie Chaplin’in sözleri yankılanıyor kulaklarımda; ‘’Konuşursam beni yalnızca ingilizce bilenler anlayacak. Ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir.’’ Cümleyi birkaç kez zihnimde tekrar ediyorum. Gerçekten sinemanın ilk yıllarında böylesi adamların bize sinema hakkında yol göstermesi tanrının bize bir armağanı olmalı.

Gerçeğin peşindeki Bazin’in yakındığı şey bu olabilir mi? Zaten propaganda aracı olarak hizmet eden sinemanın bir de bu yönünün peşine düşmüş olabilirler mi?

Bakalım yazı bize ne diyor; film parçacıklarının içeriği ne olursa olsun, yönetmen onları birbirine ekleyip bir bütün içerisinde toplarken, kurgulamış olduğu sinema filminin enformasyon iletişim biçimi yönünden, izleyicinin hafızasında birikmiş olan stereotiplere mümkün olabildiğince yakın olması ve yarattığı dünyanın gerçek yaşama benzemesi için çabalamaktadır.

Auteur bir yönetmen ele alalım, bu yönetmenin filmlerde daima yaptığı bir takım şeyler vardır. Mecid Mecidi, filmlerinde  çocuklar üzerinden bir dünya yaratmaya çalışır, belki kendi çocukluğudur bu; metropol – köy yaşantısını muhakkak gösterir, küçük detayları vardır turuncu balıklar gibi, evine düşkün bir baba vardır, İran’ın yaşayış biçimi hakkında muhakkak fikir sahibi eder filmleri sizi…

Yukarıdaki yazıya uygun bir örnek böyle bir yönetmenin varlığıdır. Ben filmlerinin çoğunu daha önceden izlemiş biri olarak Mecid Mecidi’nin göndereceği enformasyona yatkın olduğum için hafızamda olan stereotipler (kalıp yargılar) önceden hazır oluyor ve bunları bilerek filme başlıyorum.

Ancak bence günümüzde sadece stereotiplere değil, elimizin yetişebildiği herkese erişebilmemiz gerekir. Yani bu konuda Charlie Chaplin’e katılmak durumundayım. Birazda kişisel fikirlerimden olsa gerek; farklı hayatlara dokunmayı, farklı hikayeler dinlemeyi severim.

İlginç bir şekilde insanlar, filmlerdeki çekimlerin parça parça oluşmasından hiç rahatsızlık duymaz, eğer duyuyor olsalardı; ilk zamanlardan beri alışılagelmiş bu taktikler yerine farklıları bulunurdur. 

Tek başına hiçbir şey iken bir bütünün parçası olduğunuzda yaşamsal gerçekliğe dair bir durum gözler önüne koyulabilir mi?


Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski