FİLM ELEŞTİRİSİ NEDİR, FİLM ELEŞTİRİSİ TÜRLERİ NELERDİR?

Film Eleştirisinin Tanımı ve Tarihçesi 

Film eleştirisi adına ilk önemli gelişmeler 1900’lü yıllardan itibaren başlıyor. Araştırmalar, Ricciotto Canudo'nun film eleştirisi konusunda öncü olduğunu gösteriyor. Fransa’da çalışmalarını yürüten Ricciotto, sinemanın bir sanat dalı olduğu fikrinin de temellerini atan ve 1920’li yıllara gelindiğinde ise  sinemanın sorunlarına eğilen ve bu konuda çalışmalar yapan biridir. Ricciotto’nun ardından Delluc’da sinemanın sanatsal ve kurumsal yönünü ele alan çalışmalar yaptığı için onu da film eleştirisinin kurucularından sayabiliriz.

Film eleştirisi, belirli entelektüel yapıyı edinebilmiş kişilerin o ana dek sinema üzerine öğrendiği kuramları, filmin içinde kullanarak belli bir çözüme ulaşmasına deniyor. Film eleştirisi için sistematik bir yazı denilebilir çünkü filmler her seyircinin anlayamayacağı bazı kodlar üretebilir. Bu kodların seyircinin anlayabileceği bir dil ile yazılmasına film eleştirisi diyoruz. Bu yüzden film eleştirileri, seyirci için köprü görevi görürken aynı zamanda filmin yapımcısına karşı da sorumluluklarını yerine getirerek, adeta bir ekspertiz edasıyla filmin tespitini yapar.

Elbette film yorumcuları bu tespitleri yaparken çeşitli sosyal birikimleri olan ve sinema haricinde diğer sanat dallarının da hakimi olabilecek kapasitede hatta psikoloji, felsefe, sosyoloji  vb. dallar ile yakından ilgilenen biri olmalıdır. Bunlarla ilgilenmeyen bir eleştirmenden izahı zor olan film kuramlarını seyirciye aktarması beklenemez. Aynı zamanda muazzam derece de sinema seyircisi olmalıdır. Analiz yeteneği kuvvetli ve filmden gelecek kodların açılımını iyi değerlendirebilmelidir. Örneğin, film 80’lı yılların Türkiye’sinde geçiyorsa; o tarihlerde ülkede sosyal, ekonomik, politik ne gibi şeyler yaşandığı hakkında bilgi birikim sahibi olmalıdır. Eleştirisi yapılan filmin yönetmeni kim, daha önce çektiği filmler neler, filmde işlenen konuyu başka hangi yönetmenler kullanıyor, yönetmenin film dili nedir, gibi birçok sosyolojik tespitin eleştirmen tarafından önceden bilinmesi şarttır.

Seyirciyle film arasında köprü görevi üstlenen eleştirmen bu yüzden önemli bir iş yapıyor diyebiliriz çünkü çoğu zaman izahı çok zor olan konuları halkın anlaması amacıyla en kolay seviyeye indirmeyi başarabilen biridir, bu yüzden entelektüel seviyesinin yüksek olması beklenir.

Bu noktada önümüze eleştirinin üçlü işlevselliği diye bir kavram çıkıyor. Bunları şöyle ayırmamız mümkündür; eleştirinin seyirciye katkısı, eleştirinin yönetmene katkısı, eleştirinin sinemaya katkısı. Bu konuda eleştirmenlerin iki farklı görüşü mevcut, bir taraf derinlemesine eleştirinin daha fazla haz verdiğini söylerken, diğer taraf ise asırlar önce Aristoteles’in ortaya attığı, izleyicinin karakter ile özdeşleşip katarsise ulaşmasını yönünde hemfikirler.

Geçtiğimiz senelere kadar sinemanın bir sanat dalı olup olmadığıyla alakalı tartışmalar devam etmekteydi. Ancak ilk zamanlarından farklı bir yapıya bürünen sinema daha da göze hitap etmeye başlayınca insanlar artık sinemayı 7. Sanat olarak kabul etmişlerdir. Sinemanın yükselişi, film eleştirisiyle paralel olarak aynı anda yaşandı, Eleştirmenler filmleri çözümledikçe, insanların sinemaya bakış açısı değişti.

İlk zamanlarında sadece eğlence aracı olarak kullanılan sinema, ülkelerin girdiği çeşitli trajik denilebilecek vakalar yüzünden şöyle bir gelişim göstermiştir; dünya savaşı yıllarında tahmin edildiği üzere büyük oranda propaganda amacıyla kullanıldı. Ajit trenleriyle metropolden uzak, kırsal kesimde yaşayan halkın bilgilendirilmesi sağlandı, propaganda bakanlığı kontenjanları açıldı. Doğru olup olmadığına bakılmaksızın ülke liderlerinin belgeselleri çekildi, halka sunuldu. Yüz yüze girilen savaşlar artık bitmişti, psikolojik savaşlar başladı; sinema salonlarında film izlerken mısır yenmesi için insanlar uyarıldı. Sonunda sinema da kapitalizm düzende yerini almıştı. Sinema bu düzende yer aldığından beri sanatsal alandaki düşüşün nedeni yapımcıların bu işten olabildiğince daha fazla kar elde etmek istemesidir. Sinema böylelikle sanatsal amacından sıyrılıp ticari amaçlara doğru evrilmiş oldu.

Holywood’un varlığı, klasik sinemada fabrikasyon filmler üretmeye yetmişti. Durum Türkiye’de de hemen hemen böyleydi. Yeşilçam filmleri… Gün de 3-4 sete birden giden oyuncular… Sonrasında dinmek bilmeyen siyasi nabız, kadınları evlerine, erkekleri ise köyden kente göçe zorlayan ekonomik sıkıntılar, bu sıkıntıların içinde erkeklere yönelik üretilen seks filmleri, bu sıkıntılarla beraber sadece film üretmeyi düşünen, sanat anlamında çok fazla beklenti içerisine girmeyen yönetmenler.

Bu saydığım sebepler yüzünden günümüzde çağdaş bir anlatı yapısında olup, halk nazarında kabul görmüş, çok sevilmiş, televizyonlarda sürekli tekrarı verilen filmlerden bulmak çok zor. Çünkü öyle bir yapı oluşmamış, yani yönetmenin vereceği herhangi bir kodu açabilen seyirci pek yok. Seyirci farkında bile olmadan aslında katarsise ulaştığı filmleri daha çok tercih ediyor. Bu da çağdaş yapıya yönelik filmleri sadece festival kovalayan film grubunda tutmak zorunda bırakıyor.

Nihayetinde film eleştirisi, bazı belirli kalıplara sığdırılıp türlere göre ayrılmaktadır. Örnek vermek gerekirse bu kalıplar; filmin tanıtımı, yönetmenin filmografisi, ardından film hakkında bir sahnenin yahut filmin tamamının incelenmesi, film türünün incelenmesi ardından eleştirmenin yorumu vb. şeklinde sıralanabilir.

Sinema üzerine düşünürler bir konuda ikiye ayrılmış durumda; bir grup eleştirinin, tıpkı bir edebi bir eser gibi roman, öykü, şiir gibi bir şey olduğunu savunuyor ve film eleştirisinin nesnel olması gerektiğini düşünüyor. Diğer grup ise eleştirinin öznel olması gerektiğini düşünüyor. Bu noktada insanın aklına ‘’objektiflik diye bir kavram gerçekten var mı?’’ sorusu geliyor. Ancak ‘’objektiflik var’’ denildiğinde bile aslında farklı bir ideolojik düşünce üretmiş olduğumuz için bu konu fazlasıyla paradoks içeriyor.

Yazımın başlarında sinema ile film eleştirisi paralel olarak beraber büyüyorlar demiştim. Bu kısımda bundan bahsedeceğim. Film eleştirisi yapılacak film, genellikle seyirciye tanıtmak amacıyla yapıldığından dolayı seyircide bu filmleri izleme algısı oluşuyor. Bu da herhangi bir izleyici kitlenin filmi izlemesine hatta filmin sonucunda katarsise ulaştığı için sevmesine neden oluyor. Daha seçici bir izler kitle, gerek entelektüel seviyesi nedeniyle, gerekse sosyal kültürel değişiklik gösterdiği için bazen bu filmleri sevmeyebiliyor. Yani diyebiliriz ki entelektüel birikime sahip bir kişi, herhangi bir kişi gibi bir filmden çok kolay etkilenmiyor, sorguluyor, irdeliyor. Entelektüel kişi, eleştirmenin filmi öznel açıdan ve dar bir görüş açısıyla yazdığını düşünüyor, yoruma dayanmayan belirli açıklamalara dayanan nesnel yorumlar istiyor. Tabi günümüzde insanlar artık telefon kamerasıyla film çeker hale geldikleri için bir işin kalitesi ön plana çıkar oldu haliyle; her ne kadar ortalık sosyal medya fenomenleriyle dolup taştıysa bile!

Film eleştirisi, ilk olarak gazetelerde ortaya çıkmış ancak çok fazla irdelemeden, adeta, ‘’şöyle bir film var, izleyecek olursanız diye yazıyoruz’’ diyerek yazılmış yüzeysel yazılardır. Ancak 1930’lu yıllara gelindiğinde bu işin film eleştirisi kurumu olarak yapılmasına karar verilmişti. Türkiye’de ise eleştiri kurumunun kurulması 1950’leri buluyor yani dünyadan tam 20 yıl sonra…

Elbette o zamanların Türkiye’sinde, henüz film dilinden bahsetmemiz çok zor olacaktı. Ancak bu demek değildir ki, sinemamızın emektarları, film eleştirisi konusuna değinmesin. Çünkü bu genel bir ihtiyaçtı, tamam, bir noktada üretilen film az’dı, halk önüne ne geliyorsa onu izliyor ve beğeniyordu ancak filmi tamamen çözümleme konusunda açıkça söylemek gerekirse halkın bir desteğe, sinemanın da reklama ihtiyacı katiyet ile vardı.

Türkiye’de film eleştirisi de zaman zaman kendine bir mana yüklemek gerektiğine inanarak sinemanın hangi yönde gitmesine karar vermeye çalışmıştır. Bunun en büyük etkenlerinden biri de  siyasi yapının inişli çıkışlı bir durumunun olması ve hangi görüş birliği ağır basıyorsa onun üzerine yoğunlaşmasından dolayıdır. Yani ülkemiz sineması ve film eleştirisi, çoğunlukla politikanın etkisi altında kalmıştır diyebiliriz.

1950’li yıllara gelindiğinde Lütfi Akad’ın önderliğinde Türkiye’deki sinema anlayışı ve estetiği değişmeye başlamıştı, gazetelerde film eleştirisi için daha çok yer ayrılmıştı. İçlerinde Halit Refiğ, Nijat Özön gibi isimlerin bulunduğu bir  kurul, yılın en iyi 10 filmini seçerek Türkiye’nin ilk film seçkisini hazırlamış oldular. Bu seçkiyle beraber sinemacı ve eleştirmenler arasında ilk tartışmalar başladı, bu sayede ülkemizde film eleştirisi tam anlamıyla oturdu diyebiliriz.

1960’lı yıllarda ise yükselişe geçen sinema sekteye uğramıştı, toplumsal gerçekçilik akımlarından nasibini alan Türk sineması, eleştirmenlerce de fark edilmiş, onlarında ulusal, milli ve devrimci sinema tartışmalarına girmelerine sebebiyet vermiştir. Bu tartışmalar esnasında film eleştirisi iyice değerini kaybetti, dar görüş açılarıyla yazılan yazılar piyasada boy göstermesi dolayısıyla büyük oranda bir düşüş yaşandı.

1970’li yıllarda sinemanın baskıya uğradığı, sansürün çok fazla hissedildiği yıllardı. Yılmaz Güney önderliğinde Yeni gerçekçilik akımının yayılmasıyla beraber film eleştirileri eski ihtişamı olmasa bile dergiler aracılığıyla devam etti.

1980’li yıllara gelindiğinde sinema ile beraber film eleştirisi tekrar yayınlaşmıştı. Artık yeşilçamın gündelik olarak ürettiği seks filmleri bitmişti, yaşanan siyasi gelişmeler durgunlaşmıştı, sinema rahat bir nefes alır hale gelmişti.

1990’lı yıllarda film eleştirisi, tekrardan eski ihtişamına kavuşmuştu. Eleştiri üzerine ders veren fakülteler mevcuttu ve artık sürekli yayına geçilmişti. Ancak 1989 yılında çıkan yabancı sermaye kanunuyla birlikte artık film sektörü yabancıların elindeydi ve bu durum film sektörünü düşüşe geçirirken film eleştirisini de  yükselişe geçirmişti.

2000’lı yıllarda teknolojinin gelişmesiyle birlikte her konuyu kolayca ulaşabildiğimiz bir zamanın içine girmiştik. Bu durum tekrardan sinema ve film eleştirisinin beraber yükselmesine sebebiyet verdi.


Film Eleştirisi Türleri

Film eleştirmenin işini kolaylaştırmak, konuya uygun olarak eleştirip çözümleyebilmek adına film eleştirisinin birçok yöntemi, kuramsal yaklaşımı bulunmaktadır. Eleştirmen bu yöntemlerden en uygun olanı seçer ve bu yöntem üzerine eleştirisini yazar. Her yöntemin farklı içerikleri vardır. Örneğin, auteur eleştiri yaparken veya okurken yönetmenin sinema dilini kavramak daha mümkün iken göstergebilimsel eleştiri yönteminde yönetmenin kullandığı göstergesel argümanlar ele alınır. Nasıl film türleri diye bir başlığımız var ise film eleştirisinin de türleri vardır; bu başlıkta biraz o türlere bakacağız.

Auteur Eleştiri Yöntemi

Filmin içeriğinden çok filmin yönetmeninin filmde uyguladığı sinemasal yönelimi konu edinen eleştiri türüdür. Yönetmen kendi filmiyle özdeşleşir, mutlak bir sinema dili ortaya koymaya çalışır. Bu yüzden bu yöntemin yönetmenleri kendi filmlerine ‘’Bir … filmidir.’’ İbaresini çok rahatlıkla koyabilirler çünkü film izlendiğinde sinema dili, bu ibareyi koymasa bile o yönetmeni zaten çağrıştıracaktır. Yani bu yöntemin amacı yönetmen üzerinden filmi değil; film üzerinden yönetmeni teşhis etmektir.

Bu eleştiri türü Andre Bazin’e yakın bir kuşağın eleştirel anlayışıyla doğmuştur, Özgün adı, La politique des auteurs (yazar-yönetmen politikası) ‘dır. Andrew Sarris “Notes on the Auteur Theory in 1962” isimli çıkan makalesinde, auteur yönetmenleri diğer yönetmenlerinden ayıran en büyük özelliğin teknik ustalık, yaratıcılık, içselleştirdiği anlam olarak vermiştir. Andre Bazin ise bu yorumun üstüne eklemeler yaparak toplumsal, ekonomik, üretimsel anlamda da özelliklerinde içinde olduğundan bahseder.

Türkiye’de ise ilk zamanlar bu durum farklılık gösteriyor. Gerek sosyal kültürel etkinliklerimiz bazında gerek ise toplumsal gerçekçilik kavramından dolayı ilk filmlerimizin yönetmenin kişisel tercihlerine göre değil de, daha çok etkisinde kaldığı yaşam tarzından kaynaklandığını görmekteyiz.

Kadın erkek ilişkilerine sinemamızda çok sık yer verilmiştir. Sevmek Zamanı, Susuz Yaz, Kadın Hamlet, Adı Vasfiye, Ah Belinda, Asiye Nasıl Kurtulur, Kurbağalar, Mine, Şalvar Davası… Saydığım filmler hep bir kadın erkek ilişkisini, çatışmalarını anlatıyor, elbette ki toplumsal gerçekçiliğin etkisi büyük oranda filmlere yansımış durumda.

Eleştirmenin bu türdeki temel amacı, yönetmenin filmde kıyıda köşede kalmış, çok da anlaşılmayan, içsel, zihinsel yolculuğunu çözümlendirip seyircinin kafasında oluşan soru işaretlerini gidermektir.

Bir bakıma geleneksel film türlerinin oluşmasında en büyük etken auteur yönetmenlerin bu film türlerini tutması ve onun üzerine filmler çekiyor olmasıydı. Aynı zamanda auteur yönetmenlerin zihninde oluşturdukları dünyaya girebilmemiz için  yönetmenin birden çok filminin olması, bu filmler arasında bağlantı olması gerekmektedir. Bağlantı derken ne kastediyorum; örneğin, Mecid Mecidi filmlerine baktığımızda çoğu zaman filmin ana karakterlerinin çocuklardan oluştuğunu görüyoruz, filmde bir sahnede mutlaka balık motiflerinin yada doğrudan balıkların çekildiği sahneleri görürüz, mutlaka kent ve köy ayrımının yapıldığını görürüz. Bu ayrımları jeneriksiz bir filmde nerede izlesem aklıma doğrudan Mecid Mecidi geliyorsa demek ki bu yönetmen auteur yönetmendir diyebiliriz.

Andrew Sarris’e göre yönetmende auteur kavramının oluşup olmadığını üç ölçüt yöntemiyle belirliyoruz. Nedir bunlar? Teknik, kişisel üslup ve içsel anlam.

Teknik, adından da anlaşılabileceği üzere kamera açıları, hareketleri, sesin kullanımı vb. unsurları yönetmen nasıl kullanıyor? Yönetmenin kendine has geliştirdiği bir görüntü üslubundan bahsedebilir miyiz? Örneğin, kamera genel planda bir parkı çekiyor olsun, kamerada parkta gezinen insanlar olmasına karşın seyirci yalnızca iki kişinin konuşmalarını duyuyor. Sonra kamera açısı değişip konuşan insanlara yöneliyor. Bunun gibi örnekler filmde bir şey anlatmak için acelesi olmayan auteur yönetmenlerin tamamına verilebilir.

Kişisel Üslup, denildiğinde yönetmenin aslında bir imzasından söz etmemiz mümkündür. Yönetmen her filmine küçük küçük argümanlar yerleştirerek kendi sinema dilini oluştururken aslında kendi üslubunu oluşturmuş olur. Sürekli tekrar eden temalar, yönetmenin filminin imzası niteliği taşımaktadır.

İçsel Anlam, yönetmenin içinde bulunduğu hayat yolculuğunu izleyiciye anlatmaya çalışan ama sinemanın yapısı itibariyle ve bu tür film yapan birinin sokakta yürüyen biri tarafından anlaşılmasının güçlüğü nedeniyle çok da başarılı olamadığı ancak auteur eleştirmenler tarafından çözümlenip seyirciye sunduktan sonra  auteur eleştirinin bel kemiği niteliğindedir. Yönetmenin doğumundan itibaren yaşayıp gördüğü kültürden, yaşayış biçiminden, eğilimlerinden vs. beslenir ve ortaya çıkar.

Feminist Eleştiri Yöntemi

Feminizm, ataerkil bir dünya düzeninde,  kadın erkek eşitliğini savunan bir akım olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların toplumdaki rolü, hakları vb. sorunlarını irdeler. Temelinde dünya dönmeye başladığından beri ikinci planda kalmak öğretilmiş ‘’kadın’’ motifini yıkmayı amaçlar, özgür sularda, hürce, yüzen kadının kurtuluş hareketini destekler. Nasıl ki, tarih boyunca kadın, bulunduğu ortamı (evi) güzelleştirmeyi amaçlamıştır, bunun için durmadan çalışmıştır, feminizm hareketi de kadının evden çıkmasını, özgürleşmesini, nereye ulaşabiliyorsa orayı güzelleştirmesini hedeflemiştir. Yani feminizm bir güzelleştirme hareketidir diyebiliriz.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ülkemizi kurtardıktan çok kısa bir süre sonra kadına seçme ve seçilme hakkı (5 Aralık 1934) vermiş ve şu sözleri söylemiştir. "Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır."  Bu söz, özellikle feminist düşünce kapsamında, dünyaya muazzam örnek timsali olmuş bir liderin sözleridir. Henüz dünyada siyasal konumda sadece erkeklerin sözünün geçtiği bir dönemde, kadına seçme ve seçilme hakkı tanıyarak, bütün dünyaya feminizm hareketinin bir örneği sunulmuştur.

Feminist eleştiri, yukarıda da bahsettiğim problemlerin, kadın erkek eşitsizliğinin, ataerkil düzendeki kadının ve erkeğin kaynağına inerek bu sorunları aşmaya, çözümler üretmeyi amaçlamıştır.

Aslında konu bireyin doğumundan itibaren başlıyor. Toplumsal cinsiyetçi bir gelenek anne babaya daha öncesinden yüklenmiş olduğundan, kız çocuğuna pembe, oğlan çocuğuna mavi kıyafetler giydirmek, kız çocuğunun oyuncak bebekler ile oğlanın oyuncak arabalarla oynaması vb. kavramların, anne baba olarak çocuğun doğumundan itibaren başlaması; gelecek olan yeni neslinde bu toplumsal cinsiyetçi kavramla beraber yaşamasını öğretiyor onlara.

Atıf Yılmaz’ın anılarında yazan bir olayı örnek vermek isterim. Türkan Şoray’a film teklifleri geldiğinde, yönetmenleri şu şekilde uyarmıştır, ‘’açık seçik filmlerde oynamam, beni öyle kadınlar ile karıştırmayın.’’

Tarihsel Eleştiri Yöntemi

Tarihsel film eleştirisinde eleştirilecek film hangi tarihlerde geçiyorsa o konuyu irdeler. Tarih denince insanın aklına sadece savaş filmleri gelse de bu durum aslında pek öyle değildir. 80’li yıllarda yaşanan bir olayı günümüzde insanlar senaryolaştırarak o zaman anlatılamayan, sansürlenen pek çok şeyi şimdi anlatabiliyor. Bu konunun en güzel örneklerinden biri  Eve Dönüş  filmidir diye tahmin ediyorum. Sıcağı sıcağına anlatılamayacak bir konunun zaman aşımına uğramasıyla birlikte özellikle yönetmenler o konuyu arşınlayabiliyorlar. Bunun en temel sebeplerinden biri de insanın bastırılamayan arzu ve kendini kanıtlama istekleri diye düşünüyorum. 

Bildiğimiz üzere tarih değiştirilemez. Tek bir tarih vardır ancak ne yönden bakılırsa oradan görüşü sağlanabilir. Tarih konusunda en büyük anlaşmazlık buradan çıkıyor. İki ülke arasındaki bir savaşı anlatan filmlerde elbette ki kendi ülkesinin yanlışını gösterecek hali olmadığı için yönetmen kendi ülkesini haklı çıkartan filmler çekmek durumunda. Yönetmenin tarihi şekillendirişi, eleştirmenlerin odağı haline gelebiliyor çünkü eleştirmen, başından beri söylediğimiz gibi anlatılan tarihi bilmek zorunda.

Yukarı da bahsettiğim Eve Dönüş filmi toplumsal olarak yönetmenin aslında bir dışavurumudur, bir intikamıdır. Son dönemde çıkan Once Upon a Time in Hollywood filmi de aslında dönemin hippilerinden ve Hollywood’da üretilen fabrikasyon filmleriyle dalga geçmek, intikam almak ve aslında yönetmenin dışavurumsal olarak tarihe saldırması anlamında çok önemli bir filmdir. Gerek filmdeki sahneler, filmin konusu, Hollywood sahneleri anlaşılır bir dil ile yazılmış ancak mesela hippi olaylarını bilmeyen biri için anlamlandırmak çok zor. Bu yönüyle tarihe bir yönde vermiş oluyor aslında film. Çünkü yaşanmış gerçeklerden intikam alma isteğini buram buram hissediyorsunuz.

Tür Film Eleştiri Yöntemi

Tür kavramı, birbiriyle benzerlik gösteren herhangi bir şeyi sınıflandırmak amacıyla üretilmiş bir sözcüktür. Sınıflandırma, sıralama, sınırlandırma gibi anlamları içinde barındırır. Sinemanın film türlerini incelediğimizde karşımıza bilimkurgu, korku, aksiyon, komedi, animasyon gibi kavramlarla karşılaşmaktayız, bunun sebebini irdelemek gerekirse; sinemanın doğuşundan itibaren belirli kalıpları yıkarak gelişen sinemanın, değinebildiği konuları sınıflandırma ihtiyacından kaynaklanıyor. Örnek olarak Western filmlerini vermek mümkündür. Amerika’nın kırsalında yaşam mücadelesini veren kovboyların resmedildiği filmler, bir dönem seyircinin çok ilgisini çekiyordu. Ancak günümüzde eski ve bozulmaya yüz tutmuş türlerin parodisi çekilip hem o türün eleştirisi yapılmakta hem de aslında zıtlıktan kaynaklanan yeni türler meydana gelmekte.

Türler özünde izleyici odaklı olup, izleyicinin beğenisi üzerine belirli kalıplaşmış özellikleri barından şeylere diyoruz. Örneğin, uzayda geçen bir filme bilimkurgu, absürt esprilerin ortada fink attığı filmlere komedi filmi diyoruz. Bunlar tür kavramının kalıplaşmış özellikleri. Ayrıca tür filmleri genellikle popüler kültürün bir eseri olarak ticari filmlerdir, hikayenin giriş gelişme sonuç kısımları vardır, protagonist, antagonist kavramları vardır. (iyi ve kötü kahramanlar) Sanat filmlerini, sorgulayan, irdeleyen filmleri, tür filmleriyle karıştırmamak gerekmektedir. Ancak bu demek değildir ki tür filmleri sadece belirli klişelerden oluşmaktadır. Yukarıda da verdiğim örneği baz alalım, eskiden western filmlerine olan ilgi büyüktü ancak artık o tür filmlerin seyirci tarafından kabul edilmesi çok zor. Bu yüzden türler evrilerek değişim gösteriyor bu da o türün ya yok olmasına yada gelişerek güzelleşmesine fayda sağlıyor. Yani tür filmleri için izleyici neyi istiyorsa o’dur diyebiliyoruz.

Türler için yapılmış en genel kavram, seyircinin neyi izlediğini bilmesi o filmi tür filmi yapıyor olmasıdır. Filmdeki her karakterin espri anlayışında bir absürtlük gördüğümüzde bu filmin bir dram filmi olduğunu düşünmeyiz, yada karakterlerin acı çektiğini gördüğümüz bir filmde kahkahalar atmayız, bu da o filmi komedi filmi yapmaz.

Teknik Eleştiri Yöntemi

İlk insanlardan bu yana olayları resmetme, kaydetme, bilinçli yada bilinçsiz bir şekilde gelecek çağlara aktarabilme olayı sürüp gitmektedir. Tabii ki sinema adına ilk denemeler bazı kuralları yıkarak oluşmamış, aksine o kuralları koyabilmek için her şey denenmiştir. Sinema, görüldüğü üzere çok dallı bir oluşumdur. Sinemanın gelişmesinde kuramcıların da ismi vardır, felsefecilerin de, sosyal tespit yapabilenlerin de…  Örneğin Film Kameralı Adam filmi sinemanın ilk filmleri olmasına rağmen üzerine düşünülmüş, belki günümüzde akıl erdirilemeyecek bir kurguyla yapılmıştır. Çalışmak zorunda olan insanın günlük hayatından kopup makineleşmesini hızlı bir kurguyla anlattıkça adeta seyirciye bunu olabildiğince sert bir dille söylenmiş bir laf gibi hissettirir.

İnanılmaz bir özverinin ürünü olarak şuan sinemada teknik kullanımların her birine sahibiz. Bu teknikler günümüzde çok fazla evrilse de, genel olarak bakıldığı zaman hala tilt, pan gibi kameramızın yeteneklerinden en saf hallerini isimlendirebiliyoruz.

Yıllar içerisinde bu teknikler kullanılarak sinema dili, gerek ise anlatılacak konunun daha estetik duruş oluşturulmaya çalışılmıştır. Bunları kameranın hareketleri, çerçeve, aydınlatma ve kurgu olarak inceleyebiliriz. Sinemanın ilk yıllarından itibaren bunlar üzerinde durulmuştur. Hatta aydınlatma ve çerçeve olarak dönem tablolarından faydalanmıştır. Rembrant, cameo, silüet gibi aydınlatma çeşitleri sinema dilinin oluşmasında yönetmenlere yol gösterici olmuştur. Aynı zamanda çerçevenin en önemli kurallarından 3/1 kuralı, sinema diline günümüzde daha okunaklı görüntülerin oluşmasında yardımcı oluyor. Kurgu da ise zaman içinde oluşturulan sinema diliyle beraber  belirli kurgu şekilleri meydana gelmiştir, bunlar paralel kurgu, zıplayan kurgu vs. kurgulardır. Çeşitli kullanım alanları vardır. Örneğin çok çarpıcı bir sahne oluşturmak isteyen biri bilinçaltı kurguyu kullanabilir vs.

Teknik eleştiri de, bu yukarıdaki konuları irdeleyen bir eleştiri yazısı beklenir, sahne de pan hareketi kullanılmış, bu neden olabilir? Bu sahne de, bu kurgu neden kullanılmıştır gibi.

Göstergebilimsel Eleştiri Yöntemi

Göstergeleri inceleyen bir bilim dalıdır. Göstergeler, gösteren (biçim) ve gösterilen (içerik) olarak ikiye ayrılır. Gösteren ses veya yazı şeklindedir. Gösterilen ise, onu anlamlandırmaya yarayan kavramlardır. Bu kavramlar dile, kültüre vs. yaşayış biçimlerine göre değişim gösterebilir. Örnek vermek gerekirse, Pakistan’daki sokak lezzetleriyle Fransa’daki sokak lezzetleri birbirinden çok farklı olduğu için bu lezzetler birbirlerine güzel bir tat vermeyebilir. Bu anlamda göstergebilimsel kavramlar, insanın yaşadığı coğrafyaya bağlıdır diyebiliriz.

Göstergebilim,  işaret, gösterge ve bilim sözcüklerinin karşılığı olan Semiolojiyi kavramını doğurmuştur. Kelimeyi ilk kez biri Amerika’da diğeri ise İsviçre’de birbirlerinden habersiz olarak iki bilim adamı kullanmışlardır. Bu yüzden kavramın iki tane kurucusu var diyebiliriz.

Göstergebilim, gündelik yaşantımızın her anında karşımıza çıkabilecek bir kavramdır. Reklamlarda, panolarda, biriyle sohbet ederken, haber okurken vs. kaynaktan aldığı bilgiyi alıcıya ulaştıran her enformasyonda diyebiliriz ki göstergebilim mevcuttur.

Yukarıda da bahsettiğimiz gösteren, fiziksel bir varlıktır. Gösterilen ise, düşüncemizde, onu nasıl hayal ettiğimizle alakalı olan kavramdır. Örneğin, parmak uçlarımızı birleştirip bir yemek için çok güzel olduğunu söylersek, ülkemizde bu güzel karşılanır. Ancak Almanya gibi ülkelerde bu hareket, aşağılayıcı bir hareket olduğu için yani onların gösterileni bizimkilerden farklı olduğu için enformasyon farklı anlamlar taşır. Bunun da en büyük etkeni dediğimiz gibi doğup büyüdüğümüz coğrafyanın bize sunduğu kültürel öğretilerdir.

Sinemada göstergebilim, ilk kez Metz tarafından incelenmiştir. Metz’e göre her çekim kendi başına bir anlam taşıyorken, çekimlerin birleştirilmesi sonucu yan anlam oluşmaktaydı. Sinema dilinde bilindiği üzere kodlar vardır. Seyirci bu kodları kendi kültürel gelişimine göre açarsa bu kodlar çoğu zaman yanlış anlaşılmaya mevcut kodlardır. Örneğin bir Amerikan sitcom dizisindeki bir espriyi bizim anlayabilmemiz bazen zor olabilir. Nasıl ki arkadaş gruplarında yapılan espri, sadece onları eğlendirebiliyor, güldürebiliyorsa, farklı ülkelerden gelen sinema anlamında ki enformasyonu bizim anlamlandırabilmemiz zordur. Bu yüzden çoğu zaman hatalı dublajlar ve altyazılar meydana gelmektedir. Bu hataya düşmemek için önce o kültürde geçen enformasyonlara sahip olmamız gerekmektedir.

İdeolojik Eleştiri Yöntemi

Hayat, ideolojiler üzerine kurulmuştur. Bir ideolojiyi reddettiğimizde aslında farklı bir ideoloji yaratma sürecine girmiş sayılırız. Dünya geneline baktığımız zaman başka bir ülkede en küçük yapı taşı birey olarak görmekteyiz ancak Türkiye’de en küçük yapı taşının aile olduğu bir gerçektir. Kişi, aileden doğrudan gelecek ideolojiyi çoğunlukla sahiplenir. Günümüzde internet ortamında da  olur olmadık herkes kendini kanıtlamaya çalıştığı için birinin ürettiği fikri reddetme düşüncesi insanları birey olarak önemli bir noktada hissettiriyor olmalı ki herkes kendi fikirlerine saygı duyulsun istiyor ama karşı fikre hiçbir şekilde saygı duyulmuyor. Böyle bir çıkmazın içindeyken insanlar birey olmayı da unutuyorlar, sahip oldukları ideolojiyi de tam olarak bilmiyorlar bir arafta kalma durumu söz konusu oluyor.

Oysaki ideoloji, giyim kuşamınızdan, tükettiğiniz yemeklere kadar her şeyiyle sizi ilgilendiriyor diyebiliriz. İdeoloji konusunda birçok düşünürün, filozofun, felsefecinin yorumu var ancak en temelinde ideoloji; nerede nasıl davranmamız gerektiğini bize gösteren aslında ahlak ile alakalı bir kavramdır. Doğumumuzdan itibaren o bize yüklenir,  erkek çocuğa mavi kazak, kız çocuğuna pembe kazak giydirmek gibi ideolojileri de birey, doğumdan itibaren kendi üstüne giyer. Çok çeşitli anlamlar çıkarabiliriz, kısaca örnek vermek gerekirse; takım elbise giyen birini gördüğümüzde çok büyük ihtimalle beyaz yaka diye tabir ettiğimiz şirket çalışanı olduğunu düşünebiliriz. Daha böyle rahat, daha salaş giyinen birinin köyde yaşamını sürdürmekte olabileceğini düşünebiliriz. Kişi kolsuz bir kıyafet giyinmişse, onun henüz daha yeni spor salonundan çıktığı aklımıza gelebilir.

Aynı zamanda ideolojiler bireye ne yapıp, yapmaması gerektiği konusunda kesin bilgiler verir. Bu bilgiler yukarıda da bahsettiğimiz üzere çoğu zaman ahlak konusundan ibarettir. Bireyin kendisine oto sansür uygulaması konusunda uyarır. Bireye gözlük takar. Her farklı tanım, farklı bir ideoloji olduğu için aslında herkesin bu gözlükleri takmış olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Çünkü yazının bir kısmında da bahsedildiği gibi objektiflik diye bir kavram yoktur, bu kavramın olmamasını da şöyle bir şekilde kanıtlayabilirim, ben bir ideolojiyi reddettiğim zaman farklı bir ideoloji doğurmuş oluyorsam, bu sefer o farklı olan ideoloji bana bir gözlük vermiş demektir. Yani bu gözlükleri takmadan, etrafı görmenin mümkünatı yoktur. O yüzden aslında her birey mutlaka ideoloji gözlüğü takar diyebiliriz.

Filmlere baktığımızda ise yönetmenler kendi bakış açısını filme yansıttığı için aslında izleyiciye kendi bakış açısını yani kendi ideolojisini lanse ettirmektedir diyebiliriz. Kimi yönetmenler bunu çok gözler önüne sererken, kimisi de bunu çok belli etmeyebilir, yönetmenin bakış açısına, o anki ruh haline, ideolojisini ne kadar belli edip etmeme durumuna göre değişiklik gösterebilir. Baktığımız zaman Stalker filmi muazzam bir arayış filmidir, ancak herkesin kolaylıkla alabileceği bir ideolojik enformasyon filmde mevcut değildir. Filmde bazı şeyleri anlamlandırabilmek için belki 2-3 kez izlemek bile gerekebilir. Ancak Ölü Ozanlar Derneği filmine baktığımız zaman muazzam bir derecede öğrencileri şimdiye kadar öğrendiklerini ideolojik şeyleri yıkmak üzerine bir öğreti olduğunu görmekteyiz. Keza Truman Show filminde de çok güzel bir sistem eleştirisi vardır. Tanrı modelini yaratıp bir insanın hayatını gözler önüne sermek sonra bir gün bir şeylerin ters gittiğini anlayıp isyan bayraklarını çekmek. Gerçekten benzeri olmayan bir ideolojik eleştiri filmidir.

Psikanalitik Eleştiri Yöntemi

Zaman zaman her insan hayal kurar bunlardan bazıları gerçekleşebilecek şeyler iken bazıları çok üst noktalarda oldukları için gerçekleşmesinin pek imkanı olmamakla beraber insanı bir yandan tırmalayan bir yandan da davranışlarının kontrol altına alınmasını sağlayan insana özgü bazı davranış biçimleri vardır. Sigmund Frued’e göre bu davranış biçimleri id, ego ve süperego şeklindedir.

Bu davranış biçimlerine kısaca baktığımızda id (bilinçdışı); karşı konulamaz haz ilkesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu da açlık, şehvet, cinsellik gibi konuları içinde barındırıyor. Vücut paradigmamızın karşı koyamadığı biyolojik bir süreçten bahsediyoruz. Ego (bilinç); gerçeğin ilkesi olarak karşımıza çıkıyor, modern yaşama en uygun davranışlar bu ilkeyle beraber gerçekleşiyor. Kişinin nefsini kontrol altına tutmasını yardımcı oluyor. Toplumdaki bireyin yaşayış biçiminin bozulmamasını için bireyi dizginliyor. Son olarak süperego (bilinçaltı); ahlak ilkesi olarak karşımıza çıkıyor ve toplumun yaşayış biçimine göre hangi kıyafetini giyeceğine, hangi yemekleri yiyeceğine, hangi müzikleri dinleyeceğine karar verir. İyi ve kötü kavramını kişi buradan öğrenir. Ahlak kavramıyla burada tanışır, kişi de bir nevi oto sansür işlevi görür.

Bu üç kavram olmadan insanın kişiliğinin oturduğunu söylememiz mümkün değildir. Bu kavramların olmadığı durumlarda kişilik bozukluğu bile görülebilir.

Bu kavramlara karşılık birey bir de kendine savunma mekanizması geliştirmiştir. Aslında insan farkında bile olmadan bu savunma mekanizmalarını aktif hale getirebilir. En basitinden bir tartışmanın içindeyken oradan kaçmak, tartışılan kişinin üstüne gitmek suçu başkasında aramak vs. bireyin geliştirdiği savunma mekanizmalarıdır. Çünkü insanlar konfor alanlarından sıyrılıp, müdahaleye uğrayacağı alanlara girmeyi pek istemez.

Sigmund Frued’a göre psikanalitik düşüncenin temel yapısı budur. İnsan, olaylara verdiği tepkiler sebebiyle kişilik kazandığını biliyoruz. Toplumda yer edinmek isteyen insan kişisi, bu üç kavramın adını bile bilmeden kullanıyor diyebiliriz. Çünkü toplum, düzeninin bozulmasını istemeyeceği gibi kendilerinden farklı olan kişileri aralarından elemeyi severler. Birey bunu bildiği için bu üç kavramın isimlerini bile bilmeden oto sansür yoluyla kendini dizginlemeyi başarıyor ve toplumda yer edinmeye çalışıyor diyebiliriz.

Herkes bazı zamanlarda şöyle kabuğuna çekilip, kendini dinlemeyi, hayaller kurmayı, ütopyasında yolculuk etmeyi sever. Çünkü bu üç kavram nedeniyle yaşayamadığı hayatı hayallerinde, filmlerde kitaplarda yaşar insanoğlu. Sanatın ortaya çıkışının en büyük nedenlerinden birisi de işte budur. İnsan, sanatı, günlük hayatın monotonluğundan, her gün yüz yüze olduğu insanların aslında iç yüzlerini gördüğünden ve bunlardan deli gibi sıkıldığından yapar. Sanatın temelinde, insanın yaşadığı sıkıntılar vardır ancak çoğu insan bir sanat eserine baktığında bile fark edemez bunu.

Psikanalitik eleştirinin en büyük esin kaynağı, filmde kullanılmış metnin alt metninde neler yatıyor sorusuna cevap aramaktır. Yapıtı derinlemesine inceler ve karakterin özelliklerine, yönetmenin özelliklerine ve yapıtı izleyecek olan seyircinin özelliklerine bakar. Bu özellikleri iyi bilen bir eleştirmen filmin alt metninde neler olduğu hakkında çok rahat bir eleştiri yapabilir. Genellikle yönetmen filmi yaparken kendisinin yaşamış olduğu coğrafyadan ve kültürden esinlenir. Çünkü görmediği bir coğrafyayı esin kaynağı haline getiremeyeceği için en yakınına yani kendine yönelir.

Estetik Eleştiri Yöntemi

Estetik bir bakış açısı ne demektir, önce bunun sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Göze güzel gelen her şey estetik midir. Mesela kaostan, karmaşadan beslenemez mi estetik. Mesela estetiği tanımlarken bir kadının kıvrımlı bel hatlarından yararlanmışız. Güzel ise bir şey estetiktir, peki güzelliği nereden bileceğiz bunun cevabını arayalım.

Örnek vererek ilerleyelim; insan yoğunluğunun her saat yaşandığı Taksim’in Beyoğlu sokağında, elindeki keman ile Amelie filminin soundtrack müziğini çalan bir kemancıyı düşünelim. Sokaktan Filistin’li bir aile geçiyor ve baba elinde telefonuyla video kaydına hazırlanmış. Kızını dans etmesi için cesaretlendiriyor. Kız, o şarkı bitimine kadar sokağın ortasında çok muazzam bir dans sergiliyor. (Bu videoyu internette arayarak bulabilirsiniz.)

Örnekteki kızın dansı öyle naif ki, insanın adeta yüreğine dokunuyor. Sanırım bahsettiğimiz estetik bu olsa gerek. Yani güzel olacak, naif olacak, hatta çirkin olacak. Bazen bazı estetik vurguları ön plana çıkartabilmek adına vurgulamak istediği objenin yanına eciş, bücüşlerini koymalı ki, vurgulamak istediği obje estetik açıdan ön plana çıksın. Mesela dönem tablolarında da böyle değil miydi? Vurgulamak istediği adamı veyahut objeyi rembrandt aydınlatmasına göre tabloya resmeder, tablonun geri kalanı sadece bir teferrüattır. Gece Devriyesi, Anatomi Dersi, vb. tablolar incelendiği zaman bazı alanlar fazla aydınlık bazı alanlar ise karanlıkta bırakılmıştır. Estetik bu anlamda günümüzde sanata dair eserlere ve gelişen ve estetik kaygılar gütmeye başlayan insanlara çok fazla şey katmıştır. İnsanlar alelade resimler çekmek yerine daha şık, daha fotojenik, fotoğraflar çekinmeye kıyafetlerini bir estetik düzen içerisinde seçmeye başlamıştır.

Bu anlamda 7. Sanat olan sinema da estetik kaygılardan nasibini elbette alacaktı. Ben sinemaya dair estetik bir düşüncenin oluşmasının çağdaş anlatı filmleri sayesinde oluştuğuna inanıyorum. Çünkü ticari kaygıların hüküm sürdüğü bir filmde estetik kaygılar biraz  hiçe sayılabiliyor anladığım kadarıyla. Hızlı bir sektör olduğu için çek, geç, öbürünü çek, geç… gibi bir mentalite de ilerlediği için günümüz dizilerinin çok estetik kaygılar güttüğünü düşünmüyorum. Ancak üzerine düşünülmüş, filmi göndermek için zamanı olan acele etmeyen filmlerdeki estetik kaygının daha çok olduğu yönünde bir hisse kapılıyorum çünkü bu filmler bir şey anlatmak için çabalamıyor aksine sadece sanatın üretimi konusunda çabalayan filmler. Elbette sanatsal filmlerinde kaygıları olur ancak ticari filmlerden belki de çağdaş filmleri ayıran en büyük özellik öncelikle estetik kaygılar gütmesi, ardından sanat üretebilmek, en son izleyiciyi tatmin etmek.

Tabii ki sinemadan konuştuğumuzda işin içine çerçeveleme girdiği için estetik kaygılar güden birinin muhakkak  3/1 oranını kullanıyor olması, filmin ilerleyişindeki ritim ile oynamaması, filmin içindeki o devinimi iyi ayarlayabilmesi, çizgilerden faydalandığında çerçevenin içine bozuk çizgiler girmemesi, belki çerçeve içinde çerçeve kullanımı, belki ışık kullanımıyla alakalı biraz üstünde düşünüp en verimli şekilde ışığı nasıl kullanabilirim bunların üzerinde durulması gerekir. Bunların kullanımı görüntü de estetik anlamda güzel çerçevelerin çıkmasına yardımcı olacaktır.

Sosyolojik Eleştiri Yöntemi

İnsan sosyal bir varlıktır, derken burada demek istiyor ki, insan düşünen, konuşabilen, fikirleri olan, bir soru sorulduğunda cevabını verebilen bir varlık. Mesela sosyal medya, insanlarla iletişime geçilebilecek bir platform. Yani özünde insan ilişkilerini konu edinen bir kavramdır sosyoloji.

Mesela sosyolojinin sınıflandırılması vardır, insan yaşadığı yere göre sınıflandırılır. Mesela devlet dairelerinde memurlar takım elbise, gömlek giyerler. Çünkü orada herkes eşittir. Memurda devlet adına görev yapmaktadır, dairenin müdürü de devlet adına görev yapmaktadır. İlkokul ve lise çağlarında çocuklara giydirilen önlük ve gömlek pantolon ve etekler tek düzendir. Çünkü o kurumda her çocuk eşittir, hiçbiri diğerinden farklı değildir. Filmlerde denk geldiğimiz Amerikanvari hapishanelerde tek düzen bir turuncu tulum giyerler. Örnekler çoğalabilir, bu tarz kurumlarda herkesin eşit olduğu algısını yaratabilmek adına tek tip kıyafet uygulaması uygulanır.

Ancak köyde yaşayıp her gün tarla süren bir insanın takım elbise de giymesin gerek yoktur. Sosyal farklılıklar burada meydana geliyor. Örneğin bir asker eşi, muhakkak diğer asker eşleriyle arkadaşlık kuruyor. Köyde yaşayan hanımlar düğünlerde eğlencelerde birbirlerinin evlerine gidip yemek yapmaya yardım ederler vs. metropol insanı o konu da biraz çekingendir, komşuluklar biraz zayıftır gibi gibi.

Bazı sosyal kalıplarda vardır, genellikle şu cümleyle başlayan, insanlar ne der? Klişeleşmiş bir kalıp olarak karşımıza çıkan bu söz, 70’li 80’li yıllarda daha fazla kullanılsa da günümüzde kullanımı azalmış, insanlar artık daha çok kendi evlerine döndükleri için ve kimsenin dediğini umursamadığı için bu sözün de pek bir değeri kalmamıştır. Sosyal kalıplar, anlaşıldığı üzere insanı sınırlandırmaya yöneliktir, bu sınırlandırmalar bazen gereklidir çünkü insanın topluma kabul edilişini simgeler. Bazı zamanlarda bireyin kendini dizginlemesi konusunda yardımcı olur. Örneğin arkadaş grubunuzdaki yeriniz daha sağlam olur. Taşkınlık çıkartan, huysuzluk yapan, olmadık yerde fevri davranan insanları kimse grubuna almak istemez. Bu yüzden sosyal yaşamın bir getirisi olarak insan kendine oto kontrol sistemi yüklemiş olur.

Bu eleştiri yöntemi temelinde sınıf, dil, ırk, cinsiyet, sosyal konum vb. gibi değerlerin üzerinde durur, bunları irdeler. Toplumun değer yargılarını araştırır, bu yargılar neticesinde filmin içindeki yargılara değinir. Filmde lanse edilen toplum yapısında bir değişme, daralma, yozlaşma var mı, gibi soruların yanıtını arar. Bu sayede filmdeki toplumsal yapıyı anlamlandırmamıza yardımcı olur.

1 Yorumlar

  1. Achima Abelard23 Nisan 2023 19:36

    Na tomto blogu máte skvělý článek a já chci poděkovat panu Pedrovi, úvěrovému úředníkovi, který mi poskytl půjčku ve výši 600 000. Pounds poté, co jsem mu vysvětlil celý můj projekt prostřednictvím jeho soukromého e-mailu na pedroloanss@gmail.com, pak jsme mluvili o sazbě a podmínkách prostřednictvím e-mailu, protože já žiji v Aucklandu a on žije ve Spojeném království, takže po celém procesu mi bylo vyhověno půjčka s flexibilním splácením půjčky.
    Právě teď jsem tak vděčný a doporučím každému, kdo má obchodní projekt nebo potřebuje finanční službu, aby kontaktoval pana Pedra na jeho soukromý e-mail.

    Ještě jednou děkuji.

    YanıtlaSil
Daha yeni Daha eski