Film
Eleştirisinin Tanımı ve Tarihçesi
Film eleştirisi adına ilk önemli gelişmeler
1900’lü yıllardan itibaren başlıyor. Araştırmalar, Ricciotto Canudo'nun film
eleştirisi konusunda öncü olduğunu gösteriyor. Fransa’da çalışmalarını yürüten
Ricciotto, sinemanın bir sanat dalı olduğu fikrinin de temellerini atan ve
1920’li yıllara gelindiğinde ise
sinemanın sorunlarına eğilen ve bu konuda çalışmalar yapan biridir.
Ricciotto’nun ardından Delluc’da sinemanın sanatsal ve kurumsal yönünü ele alan
çalışmalar yaptığı için onu da film eleştirisinin kurucularından sayabiliriz.
Film eleştirisi, belirli entelektüel yapıyı
edinebilmiş kişilerin o ana dek sinema üzerine öğrendiği kuramları, filmin
içinde kullanarak belli bir çözüme ulaşmasına deniyor. Film eleştirisi için
sistematik bir yazı denilebilir çünkü filmler her seyircinin anlayamayacağı
bazı kodlar üretebilir. Bu kodların seyircinin anlayabileceği bir dil ile
yazılmasına film eleştirisi diyoruz. Bu yüzden film eleştirileri, seyirci için
köprü görevi görürken aynı zamanda filmin yapımcısına karşı da sorumluluklarını
yerine getirerek, adeta bir ekspertiz edasıyla filmin tespitini yapar.
Elbette film yorumcuları bu tespitleri
yaparken çeşitli sosyal birikimleri olan ve sinema haricinde diğer sanat
dallarının da hakimi olabilecek kapasitede hatta psikoloji, felsefe,
sosyoloji vb. dallar ile yakından
ilgilenen biri olmalıdır. Bunlarla ilgilenmeyen bir eleştirmenden izahı zor
olan film kuramlarını seyirciye aktarması beklenemez. Aynı zamanda muazzam
derece de sinema seyircisi olmalıdır. Analiz yeteneği kuvvetli ve filmden
gelecek kodların açılımını iyi değerlendirebilmelidir. Örneğin, film 80’lı
yılların Türkiye’sinde geçiyorsa; o tarihlerde ülkede sosyal, ekonomik, politik
ne gibi şeyler yaşandığı hakkında bilgi birikim sahibi olmalıdır. Eleştirisi
yapılan filmin yönetmeni kim, daha önce çektiği filmler neler, filmde işlenen
konuyu başka hangi yönetmenler kullanıyor, yönetmenin film dili nedir, gibi
birçok sosyolojik tespitin eleştirmen tarafından önceden bilinmesi şarttır.
Seyirciyle film arasında köprü görevi üstlenen
eleştirmen bu yüzden önemli bir iş yapıyor diyebiliriz çünkü çoğu zaman izahı
çok zor olan konuları halkın anlaması amacıyla en kolay seviyeye indirmeyi
başarabilen biridir, bu yüzden entelektüel seviyesinin yüksek olması beklenir.
Bu
noktada önümüze eleştirinin üçlü işlevselliği diye bir kavram çıkıyor. Bunları
şöyle ayırmamız mümkündür; eleştirinin seyirciye katkısı, eleştirinin yönetmene
katkısı, eleştirinin sinemaya katkısı. Bu konuda eleştirmenlerin iki farklı
görüşü mevcut, bir taraf derinlemesine eleştirinin daha fazla haz verdiğini
söylerken, diğer taraf ise asırlar önce Aristoteles’in ortaya attığı,
izleyicinin karakter ile özdeşleşip katarsise ulaşmasını yönünde hemfikirler.
Geçtiğimiz
senelere kadar sinemanın bir sanat dalı olup olmadığıyla alakalı tartışmalar
devam etmekteydi. Ancak ilk zamanlarından farklı bir yapıya bürünen sinema daha
da göze hitap etmeye başlayınca insanlar artık sinemayı 7. Sanat olarak kabul
etmişlerdir. Sinemanın yükselişi, film eleştirisiyle paralel olarak aynı anda yaşandı,
Eleştirmenler filmleri çözümledikçe, insanların sinemaya bakış açısı değişti.
İlk
zamanlarında sadece eğlence aracı olarak kullanılan sinema, ülkelerin girdiği
çeşitli trajik denilebilecek vakalar yüzünden şöyle bir gelişim göstermiştir; dünya
savaşı yıllarında tahmin edildiği üzere büyük oranda propaganda amacıyla
kullanıldı. Ajit trenleriyle metropolden uzak, kırsal kesimde yaşayan halkın
bilgilendirilmesi sağlandı, propaganda bakanlığı kontenjanları açıldı. Doğru
olup olmadığına bakılmaksızın ülke liderlerinin belgeselleri çekildi, halka
sunuldu. Yüz yüze girilen savaşlar artık bitmişti, psikolojik savaşlar başladı;
sinema salonlarında film izlerken mısır yenmesi için insanlar uyarıldı. Sonunda
sinema da kapitalizm düzende yerini almıştı. Sinema bu düzende yer aldığından
beri sanatsal alandaki düşüşün nedeni yapımcıların bu işten olabildiğince daha
fazla kar elde etmek istemesidir. Sinema böylelikle sanatsal amacından sıyrılıp
ticari amaçlara doğru evrilmiş oldu.
Holywood’un
varlığı, klasik sinemada fabrikasyon filmler üretmeye yetmişti. Durum
Türkiye’de de hemen hemen böyleydi. Yeşilçam filmleri… Gün de 3-4 sete birden
giden oyuncular… Sonrasında dinmek bilmeyen siyasi nabız, kadınları evlerine,
erkekleri ise köyden kente göçe zorlayan ekonomik sıkıntılar, bu sıkıntıların
içinde erkeklere yönelik üretilen seks filmleri, bu sıkıntılarla beraber sadece
film üretmeyi düşünen, sanat anlamında çok fazla beklenti içerisine girmeyen
yönetmenler.
Bu saydığım
sebepler yüzünden günümüzde çağdaş bir anlatı yapısında olup, halk nazarında
kabul görmüş, çok sevilmiş, televizyonlarda sürekli tekrarı verilen filmlerden
bulmak çok zor. Çünkü öyle bir yapı oluşmamış, yani yönetmenin vereceği
herhangi bir kodu açabilen seyirci pek yok. Seyirci farkında bile olmadan
aslında katarsise ulaştığı filmleri daha çok tercih ediyor. Bu da çağdaş yapıya
yönelik filmleri sadece festival kovalayan film grubunda tutmak zorunda
bırakıyor.
Nihayetinde
film eleştirisi, bazı belirli kalıplara sığdırılıp türlere göre ayrılmaktadır.
Örnek vermek gerekirse bu kalıplar; filmin tanıtımı, yönetmenin filmografisi,
ardından film hakkında bir sahnenin yahut filmin tamamının incelenmesi, film
türünün incelenmesi ardından eleştirmenin yorumu vb. şeklinde sıralanabilir.
Sinema
üzerine düşünürler bir konuda ikiye ayrılmış durumda; bir grup eleştirinin,
tıpkı bir edebi bir eser gibi roman, öykü, şiir gibi bir şey olduğunu savunuyor
ve film eleştirisinin nesnel olması gerektiğini düşünüyor. Diğer grup ise
eleştirinin öznel olması gerektiğini düşünüyor. Bu noktada insanın aklına
‘’objektiflik diye bir kavram gerçekten var mı?’’ sorusu geliyor. Ancak
‘’objektiflik var’’ denildiğinde bile aslında farklı bir ideolojik düşünce
üretmiş olduğumuz için bu konu fazlasıyla paradoks içeriyor.
Yazımın başlarında sinema ile film eleştirisi
paralel olarak beraber büyüyorlar demiştim. Bu kısımda bundan bahsedeceğim.
Film eleştirisi yapılacak film, genellikle seyirciye tanıtmak amacıyla
yapıldığından dolayı seyircide bu filmleri izleme algısı oluşuyor. Bu da
herhangi bir izleyici kitlenin filmi izlemesine hatta filmin sonucunda
katarsise ulaştığı için sevmesine neden oluyor. Daha seçici bir izler kitle,
gerek entelektüel seviyesi nedeniyle, gerekse sosyal kültürel değişiklik
gösterdiği için bazen bu filmleri sevmeyebiliyor. Yani diyebiliriz ki
entelektüel birikime sahip bir kişi, herhangi bir kişi gibi bir filmden çok
kolay etkilenmiyor, sorguluyor, irdeliyor. Entelektüel kişi, eleştirmenin filmi
öznel açıdan ve dar bir görüş açısıyla yazdığını düşünüyor, yoruma dayanmayan
belirli açıklamalara dayanan nesnel yorumlar istiyor. Tabi günümüzde insanlar
artık telefon kamerasıyla film çeker hale geldikleri için bir işin kalitesi ön
plana çıkar oldu haliyle; her ne kadar ortalık sosyal medya fenomenleriyle dolup
taştıysa bile!
Film eleştirisi, ilk olarak gazetelerde ortaya
çıkmış ancak çok fazla irdelemeden, adeta, ‘’şöyle bir film var, izleyecek
olursanız diye yazıyoruz’’ diyerek yazılmış yüzeysel yazılardır. Ancak 1930’lu
yıllara gelindiğinde bu işin film eleştirisi kurumu olarak yapılmasına karar
verilmişti. Türkiye’de ise eleştiri kurumunun kurulması 1950’leri buluyor yani
dünyadan tam 20 yıl sonra…
Elbette o zamanların Türkiye’sinde, henüz film
dilinden bahsetmemiz çok zor olacaktı. Ancak bu demek değildir ki, sinemamızın
emektarları, film eleştirisi konusuna değinmesin. Çünkü bu genel bir ihtiyaçtı,
tamam, bir noktada üretilen film az’dı, halk önüne ne geliyorsa onu izliyor ve
beğeniyordu ancak filmi tamamen çözümleme konusunda açıkça söylemek gerekirse
halkın bir desteğe, sinemanın da reklama ihtiyacı katiyet ile vardı.
Türkiye’de film eleştirisi de zaman zaman
kendine bir mana yüklemek gerektiğine inanarak sinemanın hangi yönde gitmesine
karar vermeye çalışmıştır. Bunun en büyük etkenlerinden biri de siyasi yapının inişli çıkışlı bir durumunun
olması ve hangi görüş birliği ağır basıyorsa onun üzerine yoğunlaşmasından
dolayıdır. Yani ülkemiz sineması ve film eleştirisi, çoğunlukla politikanın
etkisi altında kalmıştır diyebiliriz.
1950’li
yıllara gelindiğinde Lütfi Akad’ın önderliğinde Türkiye’deki sinema anlayışı ve
estetiği değişmeye başlamıştı, gazetelerde film eleştirisi için daha çok yer
ayrılmıştı. İçlerinde Halit Refiğ, Nijat Özön gibi isimlerin bulunduğu bir kurul, yılın en iyi 10 filmini seçerek Türkiye’nin
ilk film seçkisini hazırlamış oldular. Bu seçkiyle beraber sinemacı ve
eleştirmenler arasında ilk tartışmalar başladı, bu sayede ülkemizde film
eleştirisi tam anlamıyla oturdu diyebiliriz.
1960’lı
yıllarda ise yükselişe geçen sinema sekteye uğramıştı, toplumsal gerçekçilik
akımlarından nasibini alan Türk sineması, eleştirmenlerce de fark edilmiş,
onlarında ulusal, milli ve devrimci sinema tartışmalarına girmelerine sebebiyet
vermiştir. Bu tartışmalar esnasında film eleştirisi iyice değerini kaybetti,
dar görüş açılarıyla yazılan yazılar piyasada boy göstermesi dolayısıyla büyük
oranda bir düşüş yaşandı.
1970’li yıllarda sinemanın baskıya uğradığı,
sansürün çok fazla hissedildiği yıllardı. Yılmaz Güney önderliğinde Yeni
gerçekçilik akımının yayılmasıyla beraber film eleştirileri eski ihtişamı
olmasa bile dergiler aracılığıyla devam etti.
1980’li yıllara gelindiğinde sinema ile
beraber film eleştirisi tekrar yayınlaşmıştı. Artık yeşilçamın gündelik olarak
ürettiği seks filmleri bitmişti, yaşanan siyasi gelişmeler durgunlaşmıştı,
sinema rahat bir nefes alır hale gelmişti.
1990’lı
yıllarda film eleştirisi, tekrardan eski ihtişamına kavuşmuştu. Eleştiri
üzerine ders veren fakülteler mevcuttu ve artık sürekli yayına geçilmişti. Ancak
1989 yılında çıkan yabancı sermaye kanunuyla birlikte artık film sektörü
yabancıların elindeydi ve bu durum film sektörünü düşüşe geçirirken film
eleştirisini de yükselişe geçirmişti.
2000’lı yıllarda teknolojinin gelişmesiyle birlikte her konuyu kolayca ulaşabildiğimiz bir zamanın içine girmiştik. Bu durum tekrardan sinema ve film eleştirisinin beraber yükselmesine sebebiyet verdi.
Film
Eleştirisi Türleri
Film
eleştirmenin işini kolaylaştırmak, konuya uygun olarak eleştirip
çözümleyebilmek adına film eleştirisinin birçok yöntemi, kuramsal yaklaşımı
bulunmaktadır. Eleştirmen bu yöntemlerden en uygun olanı seçer ve bu yöntem
üzerine eleştirisini yazar. Her yöntemin farklı içerikleri vardır. Örneğin,
auteur eleştiri yaparken veya okurken yönetmenin sinema dilini kavramak daha
mümkün iken göstergebilimsel eleştiri yönteminde yönetmenin kullandığı
göstergesel argümanlar ele alınır. Nasıl film türleri diye bir başlığımız var
ise film eleştirisinin de türleri vardır; bu başlıkta biraz o türlere bakacağız.
Auteur
Eleştiri Yöntemi
Filmin içeriğinden çok filmin yönetmeninin
filmde uyguladığı sinemasal yönelimi konu edinen eleştiri türüdür. Yönetmen
kendi filmiyle özdeşleşir, mutlak bir sinema dili ortaya koymaya çalışır. Bu
yüzden bu yöntemin yönetmenleri kendi filmlerine ‘’Bir … filmidir.’’ İbaresini
çok rahatlıkla koyabilirler çünkü film izlendiğinde sinema dili, bu ibareyi
koymasa bile o yönetmeni zaten çağrıştıracaktır. Yani bu yöntemin amacı
yönetmen üzerinden filmi değil; film üzerinden yönetmeni teşhis etmektir.
Bu
eleştiri türü Andre Bazin’e yakın bir kuşağın eleştirel anlayışıyla doğmuştur,
Özgün adı, La politique des auteurs (yazar-yönetmen politikası) ‘dır. Andrew
Sarris “Notes on the Auteur Theory in 1962” isimli çıkan makalesinde, auteur
yönetmenleri diğer yönetmenlerinden ayıran en büyük özelliğin teknik ustalık,
yaratıcılık, içselleştirdiği anlam olarak vermiştir. Andre Bazin ise bu yorumun
üstüne eklemeler yaparak toplumsal, ekonomik, üretimsel anlamda da
özelliklerinde içinde olduğundan bahseder.
Türkiye’de ise ilk zamanlar bu durum farklılık gösteriyor. Gerek sosyal
kültürel etkinliklerimiz bazında gerek ise toplumsal gerçekçilik kavramından
dolayı ilk filmlerimizin yönetmenin kişisel tercihlerine göre değil de, daha
çok etkisinde kaldığı yaşam tarzından kaynaklandığını görmekteyiz.
Kadın erkek ilişkilerine sinemamızda çok sık
yer verilmiştir. Sevmek Zamanı, Susuz Yaz, Kadın Hamlet, Adı Vasfiye, Ah
Belinda, Asiye Nasıl Kurtulur, Kurbağalar, Mine, Şalvar Davası… Saydığım
filmler hep bir kadın erkek ilişkisini, çatışmalarını anlatıyor, elbette ki
toplumsal gerçekçiliğin etkisi büyük oranda filmlere yansımış durumda.
Eleştirmenin bu türdeki temel amacı,
yönetmenin filmde kıyıda köşede kalmış, çok da anlaşılmayan, içsel, zihinsel
yolculuğunu çözümlendirip seyircinin kafasında oluşan soru işaretlerini
gidermektir.
Bir bakıma geleneksel film türlerinin
oluşmasında en büyük etken auteur yönetmenlerin bu film türlerini tutması ve
onun üzerine filmler çekiyor olmasıydı. Aynı zamanda auteur yönetmenlerin
zihninde oluşturdukları dünyaya girebilmemiz için yönetmenin birden çok filminin olması, bu
filmler arasında bağlantı olması gerekmektedir. Bağlantı derken ne
kastediyorum; örneğin, Mecid Mecidi filmlerine baktığımızda çoğu zaman filmin
ana karakterlerinin çocuklardan oluştuğunu görüyoruz, filmde bir sahnede
mutlaka balık motiflerinin yada doğrudan balıkların çekildiği sahneleri
görürüz, mutlaka kent ve köy ayrımının yapıldığını görürüz. Bu ayrımları jeneriksiz
bir filmde nerede izlesem aklıma doğrudan Mecid Mecidi geliyorsa demek ki bu
yönetmen auteur yönetmendir diyebiliriz.
Andrew
Sarris’e göre yönetmende auteur kavramının oluşup olmadığını üç ölçüt
yöntemiyle belirliyoruz. Nedir bunlar? Teknik, kişisel üslup ve içsel anlam.
Teknik,
adından da anlaşılabileceği üzere kamera açıları, hareketleri, sesin kullanımı
vb. unsurları yönetmen nasıl kullanıyor? Yönetmenin kendine has geliştirdiği
bir görüntü üslubundan bahsedebilir miyiz? Örneğin, kamera genel planda bir
parkı çekiyor olsun, kamerada parkta gezinen insanlar olmasına karşın seyirci
yalnızca iki kişinin konuşmalarını duyuyor. Sonra kamera açısı değişip konuşan
insanlara yöneliyor. Bunun gibi örnekler filmde bir şey anlatmak için acelesi
olmayan auteur yönetmenlerin tamamına verilebilir.
Kişisel
Üslup, denildiğinde yönetmenin aslında bir imzasından söz etmemiz mümkündür. Yönetmen
her filmine küçük küçük argümanlar yerleştirerek kendi sinema dilini
oluştururken aslında kendi üslubunu oluşturmuş olur. Sürekli tekrar eden
temalar, yönetmenin filminin imzası niteliği taşımaktadır.
İçsel Anlam, yönetmenin içinde bulunduğu hayat
yolculuğunu izleyiciye anlatmaya çalışan ama sinemanın yapısı itibariyle ve bu
tür film yapan birinin sokakta yürüyen biri tarafından anlaşılmasının güçlüğü nedeniyle
çok da başarılı olamadığı ancak auteur eleştirmenler tarafından çözümlenip
seyirciye sunduktan sonra auteur
eleştirinin bel kemiği niteliğindedir. Yönetmenin doğumundan itibaren yaşayıp
gördüğü kültürden, yaşayış biçiminden, eğilimlerinden vs. beslenir ve ortaya
çıkar.
Feminist
Eleştiri Yöntemi
Feminizm,
ataerkil bir dünya düzeninde, kadın
erkek eşitliğini savunan bir akım olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların
toplumdaki rolü, hakları vb. sorunlarını irdeler. Temelinde dünya dönmeye
başladığından beri ikinci planda kalmak öğretilmiş ‘’kadın’’ motifini yıkmayı
amaçlar, özgür sularda, hürce, yüzen kadının kurtuluş hareketini destekler.
Nasıl ki, tarih boyunca kadın, bulunduğu ortamı (evi) güzelleştirmeyi
amaçlamıştır, bunun için durmadan çalışmıştır, feminizm hareketi de kadının
evden çıkmasını, özgürleşmesini, nereye ulaşabiliyorsa orayı güzelleştirmesini
hedeflemiştir. Yani feminizm bir güzelleştirme hareketidir diyebiliriz.
Ulu
Önder Mustafa Kemal Atatürk, ülkemizi kurtardıktan çok kısa bir süre sonra
kadına seçme ve seçilme hakkı (5 Aralık 1934) vermiş ve şu sözleri söylemiştir.
"Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle
birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır." Bu söz, özellikle feminist düşünce kapsamında,
dünyaya muazzam örnek timsali olmuş bir liderin sözleridir. Henüz dünyada
siyasal konumda sadece erkeklerin sözünün geçtiği bir dönemde, kadına seçme ve
seçilme hakkı tanıyarak, bütün dünyaya feminizm hareketinin bir örneği
sunulmuştur.
Feminist eleştiri, yukarıda da bahsettiğim problemlerin, kadın erkek
eşitsizliğinin, ataerkil düzendeki kadının ve erkeğin kaynağına inerek bu
sorunları aşmaya, çözümler üretmeyi amaçlamıştır.
Aslında konu bireyin doğumundan itibaren
başlıyor. Toplumsal cinsiyetçi bir gelenek anne babaya daha öncesinden
yüklenmiş olduğundan, kız çocuğuna pembe, oğlan çocuğuna mavi kıyafetler
giydirmek, kız çocuğunun oyuncak bebekler ile oğlanın oyuncak arabalarla
oynaması vb. kavramların, anne baba olarak çocuğun doğumundan itibaren başlaması;
gelecek olan yeni neslinde bu toplumsal cinsiyetçi kavramla beraber yaşamasını
öğretiyor onlara.
Atıf Yılmaz’ın anılarında yazan bir olayı
örnek vermek isterim. Türkan Şoray’a film teklifleri geldiğinde, yönetmenleri
şu şekilde uyarmıştır, ‘’açık seçik
filmlerde oynamam, beni öyle kadınlar ile karıştırmayın.’’
Tarihsel
Eleştiri Yöntemi
Tarihsel
film eleştirisinde eleştirilecek film hangi tarihlerde geçiyorsa o konuyu
irdeler. Tarih denince insanın aklına sadece savaş filmleri gelse de bu durum
aslında pek öyle değildir. 80’li yıllarda yaşanan bir olayı günümüzde insanlar
senaryolaştırarak o zaman anlatılamayan, sansürlenen pek çok şeyi şimdi
anlatabiliyor. Bu konunun en güzel örneklerinden biri Eve Dönüş
filmidir diye tahmin ediyorum.
Sıcağı sıcağına anlatılamayacak bir konunun zaman aşımına uğramasıyla birlikte
özellikle yönetmenler o konuyu arşınlayabiliyorlar. Bunun en temel
sebeplerinden biri de insanın bastırılamayan arzu ve kendini kanıtlama
istekleri diye düşünüyorum.
Bildiğimiz üzere tarih değiştirilemez. Tek bir
tarih vardır ancak ne yönden bakılırsa oradan görüşü sağlanabilir. Tarih
konusunda en büyük anlaşmazlık buradan çıkıyor. İki ülke arasındaki bir savaşı
anlatan filmlerde elbette ki kendi ülkesinin yanlışını gösterecek hali olmadığı
için yönetmen kendi ülkesini haklı çıkartan filmler çekmek durumunda.
Yönetmenin tarihi şekillendirişi, eleştirmenlerin odağı haline gelebiliyor
çünkü eleştirmen, başından beri söylediğimiz gibi anlatılan tarihi bilmek
zorunda.
Yukarı da bahsettiğim Eve Dönüş filmi
toplumsal olarak yönetmenin aslında bir dışavurumudur, bir intikamıdır. Son
dönemde çıkan Once Upon a Time in Hollywood filmi de aslında dönemin
hippilerinden ve Hollywood’da üretilen fabrikasyon filmleriyle dalga geçmek,
intikam almak ve aslında yönetmenin dışavurumsal olarak tarihe saldırması
anlamında çok önemli bir filmdir. Gerek filmdeki sahneler, filmin konusu,
Hollywood sahneleri anlaşılır bir dil ile yazılmış ancak mesela hippi
olaylarını bilmeyen biri için anlamlandırmak çok zor. Bu yönüyle tarihe bir
yönde vermiş oluyor aslında film. Çünkü yaşanmış gerçeklerden intikam alma
isteğini buram buram hissediyorsunuz.
Tür
Film Eleştiri Yöntemi
Tür
kavramı, birbiriyle benzerlik gösteren herhangi bir şeyi sınıflandırmak
amacıyla üretilmiş bir sözcüktür. Sınıflandırma, sıralama, sınırlandırma gibi
anlamları içinde barındırır. Sinemanın film türlerini incelediğimizde karşımıza
bilimkurgu, korku, aksiyon, komedi, animasyon gibi kavramlarla
karşılaşmaktayız, bunun sebebini irdelemek gerekirse; sinemanın doğuşundan
itibaren belirli kalıpları yıkarak gelişen sinemanın, değinebildiği konuları
sınıflandırma ihtiyacından kaynaklanıyor. Örnek olarak Western filmlerini
vermek mümkündür. Amerika’nın kırsalında yaşam mücadelesini veren kovboyların
resmedildiği filmler, bir dönem seyircinin çok ilgisini çekiyordu. Ancak
günümüzde eski ve bozulmaya yüz tutmuş türlerin parodisi çekilip hem o türün
eleştirisi yapılmakta hem de aslında zıtlıktan kaynaklanan yeni türler meydana
gelmekte.
Türler
özünde izleyici odaklı olup, izleyicinin beğenisi üzerine belirli kalıplaşmış
özellikleri barından şeylere diyoruz. Örneğin, uzayda geçen bir filme
bilimkurgu, absürt esprilerin ortada fink attığı filmlere komedi filmi
diyoruz. Bunlar tür kavramının kalıplaşmış özellikleri. Ayrıca tür filmleri
genellikle popüler kültürün bir eseri olarak ticari filmlerdir, hikayenin giriş
gelişme sonuç kısımları vardır, protagonist, antagonist kavramları vardır. (iyi
ve kötü kahramanlar) Sanat filmlerini, sorgulayan, irdeleyen filmleri, tür
filmleriyle karıştırmamak gerekmektedir. Ancak bu demek değildir ki tür filmleri
sadece belirli klişelerden oluşmaktadır. Yukarıda da verdiğim örneği baz
alalım, eskiden western filmlerine olan ilgi büyüktü ancak artık o tür
filmlerin seyirci tarafından kabul edilmesi çok zor. Bu yüzden türler evrilerek
değişim gösteriyor bu da o türün ya yok olmasına yada gelişerek güzelleşmesine
fayda sağlıyor. Yani tür filmleri için izleyici neyi istiyorsa o’dur
diyebiliyoruz.
Türler için yapılmış en genel kavram,
seyircinin neyi izlediğini bilmesi o filmi tür filmi yapıyor olmasıdır.
Filmdeki her karakterin espri anlayışında bir absürtlük gördüğümüzde bu filmin
bir dram filmi olduğunu düşünmeyiz, yada karakterlerin acı çektiğini gördüğümüz
bir filmde kahkahalar atmayız, bu da o filmi komedi filmi yapmaz.
Teknik
Eleştiri Yöntemi
İlk insanlardan
bu yana olayları resmetme, kaydetme, bilinçli yada bilinçsiz bir şekilde
gelecek çağlara aktarabilme olayı sürüp gitmektedir. Tabii ki sinema adına ilk
denemeler bazı kuralları yıkarak oluşmamış, aksine o kuralları koyabilmek için
her şey denenmiştir. Sinema, görüldüğü üzere çok dallı bir oluşumdur. Sinemanın
gelişmesinde kuramcıların da ismi vardır, felsefecilerin de, sosyal tespit
yapabilenlerin de… Örneğin Film Kameralı
Adam filmi sinemanın ilk filmleri olmasına rağmen üzerine düşünülmüş, belki
günümüzde akıl erdirilemeyecek bir kurguyla yapılmıştır. Çalışmak zorunda olan
insanın günlük hayatından kopup makineleşmesini hızlı bir kurguyla anlattıkça
adeta seyirciye bunu olabildiğince sert bir dille söylenmiş bir laf gibi
hissettirir.
İnanılmaz bir özverinin ürünü olarak şuan
sinemada teknik kullanımların her birine sahibiz. Bu teknikler günümüzde çok
fazla evrilse de, genel olarak bakıldığı zaman hala tilt, pan gibi kameramızın
yeteneklerinden en saf hallerini isimlendirebiliyoruz.
Yıllar içerisinde bu teknikler kullanılarak
sinema dili, gerek ise anlatılacak konunun daha estetik duruş oluşturulmaya
çalışılmıştır. Bunları kameranın hareketleri, çerçeve, aydınlatma ve kurgu
olarak inceleyebiliriz. Sinemanın ilk yıllarından itibaren bunlar üzerinde
durulmuştur. Hatta aydınlatma ve çerçeve olarak dönem tablolarından
faydalanmıştır. Rembrant, cameo, silüet gibi aydınlatma çeşitleri sinema
dilinin oluşmasında yönetmenlere yol gösterici olmuştur. Aynı zamanda
çerçevenin en önemli kurallarından 3/1 kuralı, sinema diline günümüzde daha
okunaklı görüntülerin oluşmasında yardımcı oluyor. Kurgu da ise zaman içinde
oluşturulan sinema diliyle beraber
belirli kurgu şekilleri meydana gelmiştir, bunlar paralel kurgu,
zıplayan kurgu vs. kurgulardır. Çeşitli kullanım alanları vardır. Örneğin çok
çarpıcı bir sahne oluşturmak isteyen biri bilinçaltı kurguyu kullanabilir vs.
Teknik
eleştiri de, bu yukarıdaki konuları irdeleyen bir eleştiri yazısı beklenir,
sahne de pan hareketi kullanılmış, bu neden olabilir? Bu sahne de, bu kurgu
neden kullanılmıştır gibi.
Göstergebilimsel
Eleştiri Yöntemi
Göstergeleri
inceleyen bir bilim dalıdır. Göstergeler, gösteren (biçim) ve gösterilen
(içerik) olarak ikiye ayrılır. Gösteren ses veya yazı şeklindedir. Gösterilen
ise, onu anlamlandırmaya yarayan kavramlardır. Bu kavramlar dile, kültüre vs.
yaşayış biçimlerine göre değişim gösterebilir. Örnek vermek gerekirse,
Pakistan’daki sokak lezzetleriyle Fransa’daki sokak lezzetleri birbirinden çok
farklı olduğu için bu lezzetler birbirlerine güzel bir tat vermeyebilir. Bu
anlamda göstergebilimsel kavramlar, insanın yaşadığı coğrafyaya bağlıdır
diyebiliriz.
Göstergebilim,
işaret, gösterge ve bilim sözcüklerinin karşılığı olan Semiolojiyi
kavramını doğurmuştur. Kelimeyi ilk kez biri Amerika’da diğeri ise İsviçre’de
birbirlerinden habersiz olarak iki bilim adamı kullanmışlardır. Bu yüzden
kavramın iki tane kurucusu var diyebiliriz.
Göstergebilim,
gündelik yaşantımızın her anında karşımıza çıkabilecek bir kavramdır. Reklamlarda,
panolarda, biriyle sohbet ederken, haber okurken vs. kaynaktan aldığı bilgiyi
alıcıya ulaştıran her enformasyonda diyebiliriz ki göstergebilim mevcuttur.
Yukarıda da bahsettiğimiz gösteren, fiziksel
bir varlıktır. Gösterilen ise, düşüncemizde, onu nasıl hayal ettiğimizle
alakalı olan kavramdır. Örneğin, parmak uçlarımızı birleştirip bir yemek için
çok güzel olduğunu söylersek, ülkemizde bu güzel karşılanır. Ancak Almanya gibi
ülkelerde bu hareket, aşağılayıcı bir hareket olduğu için yani onların
gösterileni bizimkilerden farklı olduğu için enformasyon farklı anlamlar taşır.
Bunun da en büyük etkeni dediğimiz gibi doğup büyüdüğümüz coğrafyanın bize
sunduğu kültürel öğretilerdir.
Sinemada göstergebilim, ilk kez Metz
tarafından incelenmiştir. Metz’e göre her çekim kendi başına bir anlam
taşıyorken, çekimlerin birleştirilmesi sonucu yan anlam oluşmaktaydı. Sinema
dilinde bilindiği üzere kodlar vardır. Seyirci bu kodları kendi kültürel
gelişimine göre açarsa bu kodlar çoğu zaman yanlış anlaşılmaya mevcut
kodlardır. Örneğin bir Amerikan sitcom dizisindeki bir espriyi bizim
anlayabilmemiz bazen zor olabilir. Nasıl ki arkadaş gruplarında yapılan espri,
sadece onları eğlendirebiliyor, güldürebiliyorsa, farklı ülkelerden gelen
sinema anlamında ki enformasyonu bizim anlamlandırabilmemiz zordur. Bu yüzden
çoğu zaman hatalı dublajlar ve altyazılar meydana gelmektedir. Bu hataya
düşmemek için önce o kültürde geçen enformasyonlara sahip olmamız
gerekmektedir.
İdeolojik
Eleştiri Yöntemi
Hayat,
ideolojiler üzerine kurulmuştur. Bir ideolojiyi reddettiğimizde aslında farklı
bir ideoloji yaratma sürecine girmiş sayılırız. Dünya geneline baktığımız zaman
başka bir ülkede en küçük yapı taşı birey olarak görmekteyiz ancak Türkiye’de
en küçük yapı taşının aile olduğu bir gerçektir. Kişi, aileden doğrudan gelecek
ideolojiyi çoğunlukla sahiplenir. Günümüzde internet ortamında da olur olmadık herkes kendini kanıtlamaya
çalıştığı için birinin ürettiği fikri reddetme düşüncesi insanları birey olarak
önemli bir noktada hissettiriyor olmalı ki herkes kendi fikirlerine saygı
duyulsun istiyor ama karşı fikre hiçbir şekilde saygı duyulmuyor. Böyle bir
çıkmazın içindeyken insanlar birey olmayı da unutuyorlar, sahip oldukları
ideolojiyi de tam olarak bilmiyorlar bir arafta kalma durumu söz konusu oluyor.
Oysaki
ideoloji, giyim kuşamınızdan, tükettiğiniz yemeklere kadar her şeyiyle sizi
ilgilendiriyor diyebiliriz. İdeoloji konusunda birçok düşünürün, filozofun,
felsefecinin yorumu var ancak en temelinde ideoloji; nerede nasıl davranmamız
gerektiğini bize gösteren aslında ahlak ile alakalı bir kavramdır. Doğumumuzdan
itibaren o bize yüklenir, erkek çocuğa
mavi kazak, kız çocuğuna pembe kazak giydirmek gibi ideolojileri de birey,
doğumdan itibaren kendi üstüne giyer. Çok çeşitli anlamlar çıkarabiliriz,
kısaca örnek vermek gerekirse; takım elbise giyen birini gördüğümüzde çok büyük
ihtimalle beyaz yaka diye tabir ettiğimiz şirket çalışanı olduğunu
düşünebiliriz. Daha böyle rahat, daha salaş giyinen birinin köyde yaşamını
sürdürmekte olabileceğini düşünebiliriz. Kişi kolsuz bir kıyafet giyinmişse,
onun henüz daha yeni spor salonundan çıktığı aklımıza gelebilir.
Aynı
zamanda ideolojiler bireye ne yapıp, yapmaması gerektiği konusunda kesin
bilgiler verir. Bu bilgiler yukarıda da bahsettiğimiz üzere çoğu zaman ahlak
konusundan ibarettir. Bireyin kendisine oto sansür uygulaması konusunda uyarır.
Bireye gözlük takar. Her farklı tanım, farklı bir ideoloji olduğu için aslında
herkesin bu gözlükleri takmış olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Çünkü yazının
bir kısmında da bahsedildiği gibi objektiflik diye bir kavram yoktur, bu
kavramın olmamasını da şöyle bir şekilde kanıtlayabilirim, ben bir ideolojiyi
reddettiğim zaman farklı bir ideoloji doğurmuş oluyorsam, bu sefer o farklı
olan ideoloji bana bir gözlük vermiş demektir. Yani bu gözlükleri takmadan,
etrafı görmenin mümkünatı yoktur. O yüzden aslında her birey mutlaka ideoloji
gözlüğü takar diyebiliriz.
Filmlere baktığımızda ise yönetmenler kendi
bakış açısını filme yansıttığı için aslında izleyiciye kendi bakış açısını yani
kendi ideolojisini lanse ettirmektedir diyebiliriz. Kimi yönetmenler bunu çok
gözler önüne sererken, kimisi de bunu çok belli etmeyebilir, yönetmenin bakış
açısına, o anki ruh haline, ideolojisini ne kadar belli edip etmeme durumuna
göre değişiklik gösterebilir. Baktığımız zaman Stalker filmi muazzam bir arayış
filmidir, ancak herkesin kolaylıkla alabileceği bir ideolojik enformasyon
filmde mevcut değildir. Filmde bazı şeyleri anlamlandırabilmek için belki 2-3
kez izlemek bile gerekebilir. Ancak Ölü Ozanlar Derneği filmine baktığımız
zaman muazzam bir derecede öğrencileri şimdiye kadar öğrendiklerini ideolojik
şeyleri yıkmak üzerine bir öğreti olduğunu görmekteyiz. Keza Truman Show
filminde de çok güzel bir sistem eleştirisi vardır. Tanrı modelini yaratıp bir
insanın hayatını gözler önüne sermek sonra bir gün bir şeylerin ters gittiğini
anlayıp isyan bayraklarını çekmek. Gerçekten benzeri olmayan bir ideolojik
eleştiri filmidir.
Psikanalitik
Eleştiri Yöntemi
Zaman
zaman her insan hayal kurar bunlardan bazıları gerçekleşebilecek şeyler iken
bazıları çok üst noktalarda oldukları için gerçekleşmesinin pek imkanı
olmamakla beraber insanı bir yandan tırmalayan bir yandan da davranışlarının
kontrol altına alınmasını sağlayan insana özgü bazı davranış biçimleri vardır.
Sigmund Frued’e göre bu davranış biçimleri id, ego ve süperego şeklindedir.
Bu
davranış biçimlerine kısaca baktığımızda id (bilinçdışı); karşı konulamaz haz
ilkesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu da açlık, şehvet, cinsellik gibi konuları
içinde barındırıyor. Vücut paradigmamızın karşı koyamadığı biyolojik bir
süreçten bahsediyoruz. Ego (bilinç); gerçeğin ilkesi olarak karşımıza çıkıyor,
modern yaşama en uygun davranışlar bu ilkeyle beraber gerçekleşiyor. Kişinin
nefsini kontrol altına tutmasını yardımcı oluyor. Toplumdaki bireyin yaşayış
biçiminin bozulmamasını için bireyi dizginliyor. Son olarak süperego
(bilinçaltı); ahlak ilkesi olarak karşımıza çıkıyor ve toplumun yaşayış
biçimine göre hangi kıyafetini giyeceğine, hangi yemekleri yiyeceğine, hangi
müzikleri dinleyeceğine karar verir. İyi ve kötü kavramını kişi buradan
öğrenir. Ahlak kavramıyla burada tanışır, kişi de bir nevi oto sansür işlevi
görür.
Bu üç
kavram olmadan insanın kişiliğinin oturduğunu söylememiz mümkün değildir. Bu
kavramların olmadığı durumlarda kişilik bozukluğu bile görülebilir.
Bu
kavramlara karşılık birey bir de kendine savunma mekanizması geliştirmiştir.
Aslında insan farkında bile olmadan bu savunma mekanizmalarını aktif hale getirebilir.
En basitinden bir tartışmanın içindeyken oradan kaçmak, tartışılan kişinin
üstüne gitmek suçu başkasında aramak vs. bireyin geliştirdiği savunma
mekanizmalarıdır. Çünkü insanlar konfor alanlarından sıyrılıp, müdahaleye
uğrayacağı alanlara girmeyi pek istemez.
Sigmund
Frued’a göre psikanalitik düşüncenin temel yapısı budur. İnsan, olaylara
verdiği tepkiler sebebiyle kişilik kazandığını biliyoruz. Toplumda yer edinmek
isteyen insan kişisi, bu üç kavramın adını bile bilmeden kullanıyor
diyebiliriz. Çünkü toplum, düzeninin bozulmasını istemeyeceği gibi
kendilerinden farklı olan kişileri aralarından elemeyi severler. Birey bunu
bildiği için bu üç kavramın isimlerini bile bilmeden oto sansür yoluyla kendini
dizginlemeyi başarıyor ve toplumda yer edinmeye çalışıyor diyebiliriz.
Herkes bazı zamanlarda şöyle kabuğuna çekilip,
kendini dinlemeyi, hayaller kurmayı, ütopyasında yolculuk etmeyi sever. Çünkü
bu üç kavram nedeniyle yaşayamadığı hayatı hayallerinde, filmlerde kitaplarda
yaşar insanoğlu. Sanatın ortaya çıkışının en büyük nedenlerinden birisi de işte
budur. İnsan, sanatı, günlük hayatın monotonluğundan, her gün yüz yüze olduğu
insanların aslında iç yüzlerini gördüğünden ve bunlardan deli gibi
sıkıldığından yapar. Sanatın temelinde, insanın yaşadığı sıkıntılar vardır
ancak çoğu insan bir sanat eserine baktığında bile fark edemez bunu.
Psikanalitik
eleştirinin en büyük esin kaynağı, filmde kullanılmış metnin alt metninde neler
yatıyor sorusuna cevap aramaktır. Yapıtı derinlemesine inceler ve karakterin
özelliklerine, yönetmenin özelliklerine ve yapıtı izleyecek olan seyircinin
özelliklerine bakar. Bu özellikleri iyi bilen bir eleştirmen filmin alt
metninde neler olduğu hakkında çok rahat bir eleştiri yapabilir. Genellikle
yönetmen filmi yaparken kendisinin yaşamış olduğu coğrafyadan ve kültürden
esinlenir. Çünkü görmediği bir coğrafyayı esin kaynağı haline getiremeyeceği
için en yakınına yani kendine yönelir.
Estetik
Eleştiri Yöntemi
Estetik
bir bakış açısı ne demektir, önce bunun sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.
Göze güzel gelen her şey estetik midir. Mesela kaostan, karmaşadan beslenemez mi
estetik. Mesela estetiği tanımlarken bir kadının kıvrımlı bel hatlarından
yararlanmışız. Güzel ise bir şey estetiktir, peki güzelliği nereden bileceğiz
bunun cevabını arayalım.
Örnek vererek ilerleyelim; insan yoğunluğunun
her saat yaşandığı Taksim’in Beyoğlu sokağında, elindeki keman ile Amelie
filminin soundtrack müziğini çalan bir kemancıyı düşünelim. Sokaktan Filistin’li
bir aile geçiyor ve baba elinde telefonuyla video kaydına hazırlanmış. Kızını
dans etmesi için cesaretlendiriyor. Kız, o şarkı bitimine kadar sokağın
ortasında çok muazzam bir dans sergiliyor. (Bu videoyu internette arayarak
bulabilirsiniz.)
Örnekteki
kızın dansı öyle naif ki, insanın adeta yüreğine dokunuyor. Sanırım
bahsettiğimiz estetik bu olsa gerek. Yani güzel olacak, naif olacak, hatta
çirkin olacak. Bazen bazı estetik vurguları ön plana çıkartabilmek adına
vurgulamak istediği objenin yanına eciş, bücüşlerini koymalı ki, vurgulamak
istediği obje estetik açıdan ön plana çıksın. Mesela dönem tablolarında da
böyle değil miydi? Vurgulamak istediği adamı veyahut objeyi rembrandt
aydınlatmasına göre tabloya resmeder, tablonun geri kalanı sadece bir teferrüattır.
Gece Devriyesi, Anatomi Dersi, vb. tablolar incelendiği zaman bazı alanlar
fazla aydınlık bazı alanlar ise karanlıkta bırakılmıştır. Estetik bu anlamda
günümüzde sanata dair eserlere ve gelişen ve estetik kaygılar gütmeye başlayan
insanlara çok fazla şey katmıştır. İnsanlar alelade resimler çekmek yerine daha
şık, daha fotojenik, fotoğraflar çekinmeye kıyafetlerini bir estetik düzen
içerisinde seçmeye başlamıştır.
Bu
anlamda 7. Sanat olan sinema da estetik kaygılardan nasibini elbette alacaktı.
Ben sinemaya dair estetik bir düşüncenin oluşmasının çağdaş anlatı filmleri
sayesinde oluştuğuna inanıyorum. Çünkü ticari kaygıların hüküm sürdüğü bir
filmde estetik kaygılar biraz hiçe
sayılabiliyor anladığım kadarıyla. Hızlı bir sektör olduğu için çek, geç,
öbürünü çek, geç… gibi bir mentalite de ilerlediği için günümüz dizilerinin çok
estetik kaygılar güttüğünü düşünmüyorum. Ancak üzerine düşünülmüş, filmi
göndermek için zamanı olan acele etmeyen filmlerdeki estetik kaygının daha çok
olduğu yönünde bir hisse kapılıyorum çünkü bu filmler bir şey anlatmak için
çabalamıyor aksine sadece sanatın üretimi konusunda çabalayan filmler. Elbette
sanatsal filmlerinde kaygıları olur ancak ticari filmlerden belki de çağdaş
filmleri ayıran en büyük özellik öncelikle estetik kaygılar gütmesi, ardından
sanat üretebilmek, en son izleyiciyi tatmin etmek.
Tabii ki sinemadan konuştuğumuzda işin içine çerçeveleme girdiği için estetik kaygılar güden birinin muhakkak 3/1 oranını kullanıyor olması, filmin ilerleyişindeki ritim ile oynamaması, filmin içindeki o devinimi iyi ayarlayabilmesi, çizgilerden faydalandığında çerçevenin içine bozuk çizgiler girmemesi, belki çerçeve içinde çerçeve kullanımı, belki ışık kullanımıyla alakalı biraz üstünde düşünüp en verimli şekilde ışığı nasıl kullanabilirim bunların üzerinde durulması gerekir. Bunların kullanımı görüntü de estetik anlamda güzel çerçevelerin çıkmasına yardımcı olacaktır.
Sosyolojik Eleştiri Yöntemi
İnsan
sosyal bir varlıktır, derken burada demek istiyor ki, insan düşünen,
konuşabilen, fikirleri olan, bir soru sorulduğunda cevabını verebilen bir
varlık. Mesela sosyal medya, insanlarla iletişime geçilebilecek bir platform.
Yani özünde insan ilişkilerini konu edinen bir kavramdır sosyoloji.
Mesela
sosyolojinin sınıflandırılması vardır, insan yaşadığı yere göre
sınıflandırılır. Mesela devlet dairelerinde memurlar takım elbise, gömlek giyerler.
Çünkü orada herkes eşittir. Memurda devlet adına görev yapmaktadır, dairenin
müdürü de devlet adına görev yapmaktadır. İlkokul ve lise çağlarında çocuklara
giydirilen önlük ve gömlek pantolon ve etekler tek düzendir. Çünkü o kurumda
her çocuk eşittir, hiçbiri diğerinden farklı değildir. Filmlerde denk
geldiğimiz Amerikanvari hapishanelerde tek düzen bir turuncu tulum giyerler.
Örnekler çoğalabilir, bu tarz kurumlarda herkesin eşit olduğu algısını
yaratabilmek adına tek tip kıyafet uygulaması uygulanır.
Ancak
köyde yaşayıp her gün tarla süren bir insanın takım elbise de giymesin gerek
yoktur. Sosyal farklılıklar burada meydana geliyor. Örneğin bir asker eşi,
muhakkak diğer asker eşleriyle arkadaşlık kuruyor. Köyde yaşayan hanımlar
düğünlerde eğlencelerde birbirlerinin evlerine gidip yemek yapmaya yardım
ederler vs. metropol insanı o konu da biraz çekingendir, komşuluklar biraz
zayıftır gibi gibi.
Bazı sosyal kalıplarda vardır, genellikle şu
cümleyle başlayan, insanlar ne der? Klişeleşmiş bir kalıp olarak karşımıza
çıkan bu söz, 70’li 80’li yıllarda daha fazla kullanılsa da günümüzde kullanımı
azalmış, insanlar artık daha çok kendi evlerine döndükleri için ve kimsenin
dediğini umursamadığı için bu sözün de pek bir değeri kalmamıştır. Sosyal kalıplar,
anlaşıldığı üzere insanı sınırlandırmaya yöneliktir, bu sınırlandırmalar bazen
gereklidir çünkü insanın topluma kabul edilişini simgeler. Bazı zamanlarda
bireyin kendini dizginlemesi konusunda yardımcı olur. Örneğin arkadaş
grubunuzdaki yeriniz daha sağlam olur. Taşkınlık çıkartan, huysuzluk yapan,
olmadık yerde fevri davranan insanları kimse grubuna almak istemez. Bu yüzden
sosyal yaşamın bir getirisi olarak insan kendine oto kontrol sistemi yüklemiş
olur.
Bu eleştiri yöntemi temelinde sınıf, dil, ırk, cinsiyet, sosyal konum vb. gibi değerlerin üzerinde durur, bunları irdeler. Toplumun değer yargılarını araştırır, bu yargılar neticesinde filmin içindeki yargılara değinir. Filmde lanse edilen toplum yapısında bir değişme, daralma, yozlaşma var mı, gibi soruların yanıtını arar. Bu sayede filmdeki toplumsal yapıyı anlamlandırmamıza yardımcı olur.
Na tomto blogu máte skvělý článek a já chci poděkovat panu Pedrovi, úvěrovému úředníkovi, který mi poskytl půjčku ve výši 600 000. Pounds poté, co jsem mu vysvětlil celý můj projekt prostřednictvím jeho soukromého e-mailu na pedroloanss@gmail.com, pak jsme mluvili o sazbě a podmínkách prostřednictvím e-mailu, protože já žiji v Aucklandu a on žije ve Spojeném království, takže po celém procesu mi bylo vyhověno půjčka s flexibilním splácením půjčky.
YanıtlaSilPrávě teď jsem tak vděčný a doporučím každému, kdo má obchodní projekt nebo potřebuje finanční službu, aby kontaktoval pana Pedra na jeho soukromý e-mail.
Ještě jednou děkuji.